Genel olarak Saray’daki câriyeler hakkında bu bilgiler verilebilir:

Osmanlı Padişahları, Harem dâirelerinde istihdâm ettikleri veya karı-koca hayatı yaşadıkları cariyelere şer‘-i şerifin hükümlerini aynen tatbik etmişlerdir. Osmanlı Hareminde Orhan Bey zamanından beri cariyelerin bulunduğu ve istihdâm edildiği ifade edilmektedir. Ancak Haremdeki cariyelerin sayıca artması, Fatih döneminden itibaren başlar. Zira Fâtih devrinde devlet idaresi devşirmelerin eline geçtiği gibi, Haremde de böyle olmuştur. Nasıl devşirilen erkekler, Enderun Mektebinde terbiye edilerek Osmanlı Devleti’nin askerî ve idârî üst makamlarına yükselme imkânlarını elde etmişlerse, Harem Mektebine alınan câriyeler de zekâlarına, ahlaklarına ve güzelliklerine göre, evvela haremin hizmetçi statüsündeki grubu olan cariye, kalfa ve ustalar makamlarına ve sonra da Padişahlar tarafından seçilmeleri halinde Padişah ile karı koca hayatı yaşayan Gözde, İkbal ve Kadın Efendi ve neticede Vâlide Sultân pâyelerine kadar yükselme imkânlarına kavuşabilmektedirler (1).

O halde harem mektebinde yetişen cariyeleri iki gruba ayırmak icab edecektir:

Birinci grup, asıl haremin ve padişah ile ailesinin hizmetlerini gören câriyeler grubudur ki, haremde sayıları bazen dört-beş yüze ulaşan cariyelerin yüzde doksanını bunlar teşkil etmektedir. Bunların haremin ve padişah ailesinin hizmetlerini ifa dışında her hangi bir şekilde padişah ile karı koca hayatları mevzubahis değildir.

İkinci grup ise, padişahın ailesi arasında yer alan gözdeler, ikballer ve kadın efendiler grubu idi.

Birinci Grub Câriyeler Hakkındaki Detaylar Nelerdir?

Haremin ve padişah ailesinin hizmetlerini ifa ile mükellef olan ve hizmetçi kadınlar statüsünde bulunan saray cariyelerini dört ayrı grupta toplamak mümkündür:

1. Acemiler.

2. Câriyeler.

3. Kalfalar (Şâkirdler).

4. Ustalar (Gedikli Câriyeler).

Bu dört grubu ayrı ayrı incelemek, harem hayatını anlamak ve padişahların “yüzlerce kadınla yatıp kalkıyor” şeklindeki iddialarını ortadan kaldırmak için zaruri görünmektedir. Bu dört grup incelenince görülecektir ki, haremdeki cariyelerin yüzde doksanı tamamen bugünkü kadın hizmetçi grubundadırlar ve bunlar aldıkları belli ücretler karşılığında Haremde hizmet etmektedirler. Ancak bunların bekâr olmaları ve Haremde bulundukları müddetçe evlenmelerinin fiilen mümkün olmaması sebebiyle, her an şehzade veya padişahın haremi arasına girmesi mümkündür. Padişahın haremi arasına girmediğinden veya giremediğinden dışarıdan evlenmek isteyenler, “çırağ edilme” adı altında evlendirilip haremden çıkarılırlardı.

Şimdi sırasıyla bunları ve nasıl temin edildiklerini, vazifeleri ile birlikte görelim.

Acemiler ve Hareme Alınışları Nasıldır?

Osmanlı devletinde ilk zamanlarda kendileriyle savaş yapılan milletlerden alınan esir kadınlar ve kızlar arasından Hareme cariye alınırdı. Çerkez, Gürcü ve Rus asıllı câriyeler ise genellikle satın alınarak hareme sokulurdu. Hareme giren yeni kızlara acemi denilirdi. Bunların ekserisi köyden geldiğinden dolayı, bir müddet saray âdâb ve usullerini âmirleri olan cariyelerden, kalfalardan ve ustalardan öğrenirlerdi. Bunları öğreninceye kadar efendilerinin huzuruna çıkmazlardı. Özellikle Çerkez kızları ince ruhlu, hassas ve zeki olurlardı. Çerkez kızlar, bir çok hânedân erkekleriyle evlenmişler, büyük itibara ve mevkilere yükselmişlerdir. Bir çok Çerkez kadınları, kızlarını beşikten itibaren “Padişah haremi olup ihtişam ve elmaslar içinde hayat sür!” diye yetiştirirlerdi. İstanbul Esir pazarında en çok Çerkez, Abaza ve Gürcü câriyeler satılmaktaydı (2).

Bazı yeni gelen acemiler, Türkçe dahi bilmedikleri halde, zekâları sayesinde derhal Türkçe’yi öğrenirler ve bütün saray âdetlerini de pek çabuk anlarlardı. Bazı eski saraylıların ifadesiyle “Saray’da terbiye olmayan, hiç bir yerde terbiye öğrenemez. Harem terbiye mektebidir.”. XVII. yüzyıldan itibaren zekâları ve güzellikleri sebebiyle hareme alınan acemilerin çoğu Kafkasyalı olmuştur (3).

Hareme alınan cariyelerin ikinci kaynağı da, devlet adamlarının bunları padişaha armağan etmeleri idi. Başta yabancı devlet adamları olmak üzere, Sadrazam, Vezirler, Beğlerbeğleri ve Sancak Beğleri, Padişaha satın aldıkları cariyeleri hediye ederlerdi. Hediye edilen cariyelerin de yüzde doksanı haremde hizmetçi statüsünde çalıştırılmak üzere hareme alınırlardı. Geriye kalan yüzde onluk bölüm ise odalık veya gözdeler grubuna alınmaktaydı (4).

Harem’e Beğler Beği Tarafından Çerkez, Abaza ve Rus Cariye Temin Edilmesi İle Alakalı Bir Arîza (TSMA, No: E. 1511).

XIX. yüzyılda Osmanlı devleti, esirlerin alınıp satılmasını yasaklayınca Kafkasyalı bazı aileler kendi rızaları ile kızlarını Hareme cariye statüsünde vermeye devam etmişlerdir (5).

Şunu da belirtelim ki, cariye satan esir tüccarları da sattıkları cariyeleri üç kısma ayırıyorlardı:

1) Haremde hizmetçi olarak istihdâm edilecek câriyeler. Bunlar güzel olmakla birlikte, genellikle yaşları büyükçe idi.

2) Terbiye edilip satılmak üzere alınan beş-yedi yaş arasındaki câriyeler. Bunlar, hizmetçi olarak veya odalık şeklinde bulûğaa erdikten sonra ayrılırlardı.

3) Hareme doğrudan doğruya odalık ve gözde, yani padişah ve hânedân erkeklerinin ailesi olmak üzere alınanlar. Bunlar çok az olurdu. Zira Padişah ve hanedân erkeklerine harem olacaklar, genellikle Harem Mektebinde terbiye edilirlerdi (6).

Hareme satın alınan câriyeler kâhya kadın, ebeler veya hastalar ustası tarafından ciddi manada muâyene edilirlerdi. Satandan ailesi ile alakası kalmadığına dair bir sened alınırdı(7). Hastalıklı olanlar sahibine geri verildiği gibi, uykusu ağır olan, horlayan veya başka kusurları olanlar da pek alınmazdı. Ancak bazen bu cariyeler arasında dilsizler, maskaralar ve cücelerin de bulunduğunu görüyoruz. Bütün bunların bulunması, Padişahın haremdeki her kadınla yatıp kalktığını iddia eden ve bunların hizmetçi statüsünde olduğunu bilmeyenlere de iyi bir cevap teşkil eder. Zira saraya alınan cariyelerin makbuzları incelendiğinde, bazı yaşlı kadınların, süt annelerinin ve dadılık edecek tahsilli kadınların da bulunduğu görülecektir (8).

Câriyelerin Sayı ve Vazife Taksimleri Nasıl Olurdu?

Saraya yani Hareme alınan acemiler kısa bir süre sonra artık harem-i hümâyûnun câriyesi olurlardı. Aslında acemiler ile cariyeleri aynı grupta toplamak da mümkündür. Bir kısım araştırmacılar bu şekilde davranarak câriyeler, kalfalar ve ustalar tarzında üçlü ayrım yapmışlardır. Biz, yeni alınanlara acemi, biraz saraya alışanlara ise cariye demeyi tercih ettik (9). Bu cariyelerin yüzde doksanı haremde istihdam edilmek üzere alındığından, biraz sonra anlatacağımız gibi, kalfaların ve ustaların yanına verilirlerdi. Ustaların ve kalfaların emirleri altında çalışmak ve yetiştirilmek üzere onlara teslim edilirlerdi. Güzeller ve odalık niyetiyle alınanlar ise, terbiye edilmek üzere, padişahın yakın hizmetkârları demek olan hünkâr kalfalarına ve özellikle de haznedâr ustalara teslim olunurlardı. Şehzâdelere harem olması muhtemel olanlar için de aynı kaide geçerli idi.

Saray cariyesi olanlara yapılan ilk iş, kendilerine güzellikleri, karakterleri veya fiziki görünüşleri göz önünde bulundurularak yeni isim verilmesi idi. Padişah tarafından da verilen bu isimlerin herkes tarafından bellenmesi ve unutulmaması için ilk zamanlarda bir kâğıda yazılı olarak iğne ile göğüslerine iliştirilirdi. Verilen isimler genellikle Farsça’dır. Çeşm-i Ferâh, Hoşnevâ, Handerû, Ruhisâr, Neş’e-yâb ve Nergiz-edâ gibi (10).

Hareme alınan cariyelere kalfalar tarafından terbiye, nezâket ve büyüklere karşı hürmet gibi âdâb-ı muâşeret kaideleri bütün ayrıntılarına kadar nazarî ve tatbiki olarak öğretilirdi. Hareme ait hâtıralar okunduğu zaman, bunlara nasıl dikkat edildiği ve haremdeki cariyelerin nasıl kibar oldukları daha iyi anlaşılacaktır.

Câriyeler Müslüman olduklarından dolayı mutlaka Kur’an okumak mecburiyetinde idiler. Sultan Mehmed Reşâd’ın harem muallimesi Sâfiye Ünüvar’a verdiği şu talimât bunu ortaya koymaktadır:

“Namaz kılmayanlara, oruç tutmayanlara, verdiğim tuz ve ekmeği haram ediyorum. Bu irâdem hoca hanım tarafından saray kadınlarına söylensin.” Bunun üzerine muallime Hanım’ın sınıfın kapısına şu levhayı yazdırdığını görüyoruz: “Namaz kılmayan, oruç tutmayan dershaneden içeri giremez.” (11).

Osmanlı Haremi’nin en son zamanlarındaki hali bu olursa, daha sağlam olduğu dönemlerdeki halini kıyaslarsanız, haremle ilgili iftirâların ne kadar asılsız olduğunu o zaman anlarsınız.

Harem, Halifenin evi olduğundan onun evindeki herkes ibâdetini yapmalıydı ve Kur’an’ı okumalıydı. Bunun için de okumak ve yazmak gerekiyordu. Gerçi elimizdeki saray kadınlarına ait mektuplardan bunların imla hataları yaptıkları ve fazla iyi yazıları olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak bu istenen seviyede tahsillerinin olmadığını gösterirse de tamamen tahsilsiz olduklarını göstermez. Haremde hemen hemen hepsinin odasında mutlaka bir kitaplığın bulunması da dediklerimiz isbat eder mahiyettedir.

Haremdeki cariyelerin ayrıca meşru dairede müzik âletlerini de öğrendikleri, hâtıralardan öğrenilmektedir (12).

Osmanlı Haremi’nde sarayın (13) hizmetini gören cariyelerin sayıları ile padişahların ve hanedân erkeklerinin haremleri olan kadınların sayıları, Osmanlı Devletinin’nin ilk zamanlarında sayıca az idi. Zira başta şehzadeler ve onların vâlideleri olmak üzere hânedânın bir kısım fertleri, taşra sancaklarda hayatlarına devam etmeyi tercih ediyorlardı. Bu sebeple III. Murad’a kadarki saray cariyelerini 200-300 rakamlarıyla ifade etmek mümkündür. Ancak III. Murad’dan itibaren sayılar artmaya başlamış ve I. Ahmed’in verâset usulünü kaldırıp yerine ailenin en büyük ve en layık evladı padişah olması kaidesini getirmesiyle de, şehzadeler ve anneleri sarayda kaldıkları için bu sayı iyice kabarmıştır. Nitekim III. Murad zamanında 500’ü, I. Mahmud zamanında 456’yı, I. Abdülmecid zamanında 688’i, Sultân Abdülaziz zamanında 809’u, II. Mahmud zamanında 298’i bulduğu görülmektedir. Bu rakamların içinde, sayıları hakkında daha sonra ayrıntılı bilgi vereceğimiz padişahların ve hânedân erkeklerinin haremleri olan kadınlar da vardır (14).

Bir kısım Osmanlı düşmanı yabancı yazarların ve bunların yerli destekçilerinin iddia ettikleri gibi, bu rakamlara ulaşan kadınlar ile padişahların karı koca hayatı yaşamaları hem mümkün değildir ve hem de bu tür iddialar doğru değildir. Bugün devlet başkanlığı köşkünde çalışan hizmetçi kadınlar ile Cumhurbaşkanı’nın veya zenginlere ait bir Köşk’te çalışan hizmetçi kadınlar ile Köşk sahibi işadamının karı-koca hayatı yaşama iddiaları ne kadar gülünç ise ve bunların sayıları da azımsanmayacak kadar fazla ise, Haremde hizmetçi olarak çalışan kadınlar ile padişahın karı-koca hayatı yaşaması o kadar gülünçdür.

Haremdeki bu cariyelerin hangi hizmetlerde istihdâm edildiğini ise, zamanında haremde en çok cariye bulunan bir kaç padişahdan biri olan I. Mahmud zamanındaki listeyi kısaca özetlemekle daha iyi anlayacağız:

Topkapı Sarayında bulunan bu listeye göre; Kilerde 17, Külhan yani banyoların temizliğinde 6, Haremdeki makam sahibi kimseler yanında 23, Şehzâde Osman Dairesinde (Hareminin, çocuklarının, yemeğinin ve benzeri hizmetlerinin görülmesi için) 19, Şehzâde Mehmed Dairesinde 14, Şehzâde Mustafa Dâiresinde 13, Şehzâde Beyâzıd dâiresinde 12, Şehzâde Numan Dâiresinde 14, Şehzâde Mustafa Dâiresinde 7, Baş Kadın dairesinde 20, İkinci Kadın Dâiresinde 11, Üçüncü Kadın Dâiresinde 14, Dördüncü Kadın Dâiresinde 8, Beşinci Kadın Dâiresinde 10, Haznedâr Kadın Dâiresinde 13, Baş İkbal Dâiresinde 6, İkinci İkbal Dâiresinde 6, Üçüncü İkbal Dâiresinde 4, Dördüncü İkbal Dâiresinde 5, Diğer görevlerde 230 olmak üzere Toplam 456’dır.

Dipnotlar:

1- Uluçay, Harem II, sh. 10-11
2- Robert Walch, XVII. yüzyıl İstanbul’unda Harem (Türkçeye Tercüme, Aydın Filiz), Hayat Tarih Mecmuası, İstanbul 1970, Sy. 10, sh. 46-49; Uluçay, Harem II, sh. 12-14
3- Ünüvar, Saray Hâtıralarım, sh.70-71; Uluçay, Harem II, 10-12; Hurşit Paşa’nın Saray Hâtıraları, Hayat Tarih Mecmuası, İstanbul 1965, V, sh. 60-61
4- TSMA, No: E. 1511; E. 4792; Uluçay, Harem II, 12
5- Hurşit Paşa’nın Saray Hâtıraları, Hayat Tarih Mecmuası, İstanbul 1965, V, sh. 60-61
6- Uluçay, Harem II, sh. 14
7- Bu senedlerden birisi için bkz. TSMA, No: D.8079; Uluçay, Harem II, sh. 14
8- Uluçay, Harem II, sh. 15
9- Uluçay, Harem II, sh. 19
10- Ünüvar, Saray Hâtıralarım, 71; TSMA, No: E. 4002; Uluçay, Harem II, 17-18.
11- Ünüvar, Saray Hâtıralarım, 71; TSMA, No: E. 4002; Uluçay, Harem II, 17-18
12- Uluçay, Harem II, 19
13- Saray tabiri, burada harem manasına kullanılmaktadır. Saray kadınları, saray halkı, saray ustaları tabirlerinde de genellikle bu mana kasdedilmektedir.
14- Bu rakamlar ve bu kadınların yaptıkları hizmetler için bkz. TSMA, No: E. 53/3, D. 8075, E. 4002, D. 8003, D. 743.

(bk. Prof. Dr. Ahmet Akgündüz – Doç. Dr. Said Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, 1999 İstanbul)

Kaynak: Sorularla İslamiyet

Ayrıca aklına takılan sorular veya merak ettiklerin için Sözler Köşkü YouTube kanalımıza göz atabilirsin.

Bazı Merak Edilen Sorular:

CARİYE İLE İZİNSİZ İLİŞKİYE GİRMEK GÜNAH OLMAZSA, RAZI OLMADIĞI İÇİN BUNDAN ACI DUYMASI, ZULMETMEYİN EMRİNE AYKIRI OLMAZ MI?

ALINAN BİR EŞYAYI BİRAZ KULLANDIKTAN SONRA, ONU MUHTAÇ OLAN BİR KİŞİYE VERMEK SADAKA OLUR MU?

BİNLERCE YIL ÖNCE ÖLEN BİRİYLE YENİ ÖLEN BİRİNİN KABİR AZABI AYNI MIDIR?

VESVESELERİM VAR KURTULMAK İÇİN NE YAPABİLİRİM?

ÇALIŞMA ŞARTLARINDAN DOLAYI NAMAZ KAZAYA BIRAKILIR MI?