Okuyabilirsiniz ancak içerisinde fıkıh ilmi barındıran ilmihali öğrenmek daha önceliklidir. İlmihal öğrenmek her Müslümana farzdır. Böyle bir tespit -yarı yarıya olsa da- tam doğru değildir; çünkü sistemleşen tasavvuf çok sonradan ortaya çıkmış olmasına karşılık, fıkıh ilmi çok önceden vardır. Bununla beraber, fıkıh konusu Kur’an-Sünnet hükümlerinin zahirlerini esas alarak belli bir yargıya varmaktır. Mesela: Namazın farzlarını, rükünlerini, vaciplerini, sünnet ve adabını ortaya koyarken alimlerin müracaat kaynakları Kur’an ve Sünnetin konuyla ilgili hükümleridir. Bu iki temel kaynakta bulmadıklarını, benzerlik prensibinden hareketle kıyaslama yoluna giderler.
Bu tespit yarı yarıya doğrudur.; çünkü tasavvuf amellerin kalbi hükmünde olan manevi/batınî boyutunu esas alır. Emraz-ı kalbiye/kalbi hastalıklar olarak nitelendirdikleri insanın gönül ve duygu dünyasının yansımalarına dikkat eder. Mesela kişi namaz kılarken fıkıh kaynaklarında geçen şartları yerine getirdi. Bu kimsenin namazı fıkhi açıdan makbuldür. “Bunu bir daha kaza et” denilmez; ancak bu namazın gaflet, riya/gösteriş gibi manevi açıdan yaralanması durumunda tasavvuf bakımından makbul olmadığına hükmedilir.
Bu açıklamadan anlaşıldığı üzere “Tasavvufsuz fıkıh ve fıkıhsız tasavvuf tahsil etmek yanlış.” diyenlerin maksatları şudur:
Bir insan sadece İslami hükümlerin zahir tarafını ders veren -formel hukuktan ibaret olan- fıkıh ilmi okur da tasavvufi açıdan amellerin ruhu hükmünde olan huşu, huzur, hudû’ ve ihlastan habersiz olursa İslam’ın emrettiği şekilde hakiki manada görevlerini yerine getirmiş olmaz.
Buna mukabil söz konusu manevi boyuttaki kalbi ve duygu tarafı olan batını ve tasavvufi kısmı bilmesine rağmen fıkhın ortaya koyduğu hükümlerin aslı olan zahir tarafını bilmezse yine de makbul bir vecibeyi yerine getirmiş olamaz. Örneğin gösterişe yönelik bir namazın kılması tasavvufi bakımdan sakat olduğu gibi, büyük bir huşu ve ihlas kılmasına rağmen, ilgili amelin omurgasını teşkil eden şartlarını yerine getirmezse yine de makbul bir amel yapmış olamaz.
Önemli bir nokta şudur ki tasavvuf olarak nitelenen hususların yerine getirilmesi mutlaka “tasavvuf” adı altında yapılması veya işlenmesi gerekmez. Bu sebeple resmi olarak tasavvuf-tarikat dairesine girmeden bu tasavvufi manaları yerine getiren milyonlarca insan vardır. Sorudaki tespitin tam doğru olmadığını söylerken bu nokta özellikle göz ardı edilmemesi gereken bir husustur.
Kaynak: Sorularla İslamiyet
Ayrıca aklına takılan sorular veya merak ettiklerin için Sözler Köşkü YouTube kanalımıza göz atabilirsin.
Bazı Merak Edilen Sorular:
KABİR AZABININ YA DA NİMETLERİNİN SEBEPLERİ NELERDİR? KABİR AZABI ÇEKMEYECEK OLANLAR KİMLERDİR?
ŞEHİTLER KABİR AZABI ÇEKER Mİ, KUL HAKLARI AFFEDİLİR Mİ, ŞEFAAT HAKLARI VAR MIDIR, CESEDLERİNİN ÇÜRÜMEDİĞİ DOĞRU MU?
AYAKTA İDRAR YAPMANIN GÜNAHI VAR MI? İNSAN ÖLDÜKTEN SONRA KABİR AZABININ AYAKTA İDRAR YAPMAKLA BAŞLAYACAĞI DOĞRU MU?
RUHUMUZ KABİRDEN SONRA HANGİ SAFHALARDAN GEÇİYOR?
BİZLER ÖLDÜKTEN SONRA, KABİR HAYATI NASIL OLACAK VE BİZLER KABİRDE NELERLE KARŞILAŞACAĞIZ?
Yorumlar (0)