Günlük hayatta sık karşılaştığımız yanlış bir hüküm var: “Hayat bir mücadeledir.”
Bu söz, geçtiğimiz asrın ortalarında bilhassa Darwin felsefesinin takdiminden sonra, sistemli bir şekilde ve devamlı olarak gündeme getirildi; çünkü, “Hayat bir mücadeledir.” sözü, bu felsefenin temellerinden birini teşkil ediyordu.
Gerçekten hayat bir mücadele midir? Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, çevremize bakmak, canlılar arasındaki münasebete nazar etmek gerek.
Yeryüzünde ilk hayatın ortaya çıkışından sonra, iki ayrı silsile halinde geliştiği görülüyor. Bitki ve hayvanların teşkil ettiği bu silsileler arasında, insanı hayrette bırakan son derece intizamlı biyolojik bir denge mevcut.
Canlılar Arasındaki Münasebet Mücadelemi midir?
Bitkiler topraktan aldıkları suyu, havadan aldıkları karbondioksitle, güneş enerjisini kullanarak birleştirirler. Yeşil bitkilerin klorofil molekülleri sayesinde gerçekleştirdikleri bu olaya fotosentez (ışıkta birleştirme) veya özümleme adı verilir. Özümleme olayının bu kadarı, ilkokul kitaplarında dahi zikredilmesine rağmen, basit bir olay değildir.
Fotosentezin mahiyeti ilim adamlarınca hâlâ tam olarak bilinmemektedir. Bilinen şey; bitkilerin topraktan çamurlu suyu, havadan da zehirli gaz olan karbondioksiti emerek hayatın kaynağı olan milyarlarca ton besin maddelerini ve oksijen gazını hasıl etmeleridir. Hadisenin cereyan ettiği yeşil bitki, kapalı bir kutu gibi. Giren maddeler belli, çıkan maddeler belli. Fakat içeride neler oluyor? Güneş enerjisi nasıl kimyevi enerjiye dönüşüyor? Ne gibi reaksiyonlar meydana geliyor? Bunlar ve benzeri sorular hakkında bilinenler, bilinmeyenler yanında çok az kalıyor.
Bitkiler esas olarak oksijen çıkarır, hayvanlar ise karbondioksit. Bitkilerin ihtiyacı temelde karbondioksit, hayvan ve insanlarınki ise oksijendir. Yine bitkiler, esas olarak hayvanların gıdası durumundadır. Hayvanların artık maddesi olan gübre ise bitkilerin en önemli gıdasını teşkil eder. İşte dünya çapında bir yardımlaşma misali. Hayvanların bitkilere olan ihtiyacı ve bitkilerin de hayvanların gübresine olan ihtiyacı apaçık. Bu durum mücadele midir, yoksa yardımlaşma mı?
Bir şeker fabrikasının hammaddesini alan kısmını canavarın ağzına benzetip, şeker pancarlarını yuttuğunu düşünebilir miyiz? Aynı şekilde bitkileri yiyen hayvanların, otlarla mücadele halinde olduğunu söylemek mümkün mü? Halbuki bitkiler, hayvanların imdadına koşturuluyorlar. Bitkiler, birer süt ve et fabrikası olan hayvanların hammaddesi değil midir?
Karada bitkiler hayvanların besini olduğu gibi denizlerde de buna benzer durum mevcuttur. Denizlerde büyük ölçüde fitoplankton adı verilen ve serbest olarak yüzen küçük bitkiler yaşar. Bunlar sularda su yosunları (Algae) ve diğer bitkilerle birlikte, canlılara gıda olurlar. Açık denizlerdeki bu küçük bitkiler, karaların çayır ve otlaklarına benzerler. Bundan dolayı genellikle “denizlerin çayırı” olarak bilinirler.
Özetle söylemek gerekirse, denizlerde son derece hesaplı ve dengeli bir besin zinciri vardır. Eğer büyük balık küçük balığı yemeseydi, çok fazla miktarda meydana gelen denizlerdeki bu besinler, tüketilmediği için denizler kokuşup taşacak, hayat çekilmez hale gelecekti. Milyonlarca yumurta bırakan bir balığın yumurtaları da neslin devamı yanı sıra aynı zamanda canlıların besin kaynağıdır. Bu durum, canlıların birbirine yardım elini uzattığını açıkça göstermez mi?
Hayvanlarla bitkiler arasındaki münasebetlerin, birbirine yardım, dolayısıyla insanlığa yardım olduğuna geniş manada diğer bir misal olarak çiçeklerle böceklerin ilişkisini verebiliriz. Böceklerle çiçeklerin yeryüzünde bol miktarda yaratılmaları, bu iki canlı organizmanın birbirine yardım ederek yaşamaları ile yakından alakalıdır.
Çiçekli bitkilerin üçte ikisi böcekler vasıtasıyla döllenerek nesillerini devam ettirirler. Böcekler, çiçek tozları (polen) ve balözü (nektarları) ile beslenirler. Balözü ve çiçek tozu toplamak için çiçekten çiçeğe dolaşan böcekler, çiçeklerin döllenmesine vesile olurlar. Yani çiçekleri evlendirirler. Böylece bitkiler, bu evlilik neticesi nesillerini devam ettirebilirler. Böceklerin tozlaşma yoluyla bitkilere, dolayısıyla insanlığa yaptıkları yardımın ve hayata hizmetlerinin çok çeşitli şekilleri vardır.
Biz sadece arıları misal vererek, canlılar arasındaki münasebetin mücadeleye değil, yardımlaşmaya dayandığına dikkat çekmek isteriz. Arıların döllenmede çok büyük rolleri vardır. Arılar bu vazifeyi ifa ederken, sabahleyin hangi bitkinin çiçeğinden balözü (nektar) toplamaya başlamışlarsa, daima aynı türden çiçekleri ziyaret ederek, bu türün çiçekleri arasında döllenmeyi daha kolay ve emniyetli bir şekilde sağlarlar. Bu şekilde arılar döllenmeye yaptıkları hizmetle, bahçelerde mahsulün artmasına sebep olurlar. Böylece sağladıkları fayda, baldan daha kıymetlidir.
Canlılar dünyasında, karşılıklı faydalanma esasına dayanarak beraber yaşamanın çok örnekleri vardır. Birbirinin eksiğini tamamlayıp, yardım ederek beraber yaşama şekline simbiyoz (ortak yaşama) adı verilir. Bunun bitki ve hayvanlar aleminde misalleri çoktur. Bitkiler aleminde bu ortak yaşamın en güzel misalini, “Liken” adı verilen her türlü kötü hayat şartlarına dayanıklı bitki grubunda görmekteyiz.
Likenler, bazı su yosunları (algae) ile mantarların kendi yapı ve özelliklerinden farklı olarak meydana getirdikleri simbiyotik (ortak yaşayan) canlılardır. Mantar hücreleri, bitkilerin ihtiyacı olan su, karbondioksit, mineral madde ve mesken temini gibi bir kısım vazifeleri yerine getirerek ortaklığın bir hissesini, su yosunu hücreleri ise fotosentez yaparak besin maddeleri ve oksijen üretmek suretiyle diğer hissesini meydana getirirler. İki şuursuz canlının kurmuş olduğu bu şirket hiç bozulmadan, kavga gürültü çıkmadan devam eder.
Karşılıklı yardımlaşmaya dayanan hayat tarzına bir misal de hayvanlar aleminden verelim. Bir yengeç türü olan Pagurus ile deniz gülü (Actinya) arasındaki ortaklık çok enteresandır. Yengeç arka kısmını boş bir salyangoz kabuğuna saklar. Bu salyangoz kabuğu üzerinde aynı zamanda deniz gülü de bulunmaktadır. Deniz gülleri kendilerine yaklaşan hayvanlara yakıcı, zehirleyici kapsüllerini maharetli bir avcı gibi fırlatarak onları zehirler, felç eder. Fakat yengecin bulundukları salyangoz kabuğuna girmesine engel olmazlar. Yengeç deniz gülüne ayak olur, onu gezdirir. Deniz gülleri de yakıcı kapsülleri ile yengeci düşman hücumundan muhafaza ederler. Deniz güllerinin avladıkları hayvanları yengeç parçalar ve besin temin eder, bunun birazını da deniz güllerine bırakır. Böylece beraber avlanmış, beslenmiş ve gezmiş olurlar.
“Hayat bir mücadeledir” diyenlerin, sadece dünyaya gelmek için geçirdikleri safhaları düşünmeleri bile hayatın bir yardımlaşma olduğunu anlamaları için yeterli olacaktır. Zira her şey o aciz yavrunun yardımına koşturulmaktadır. Annenin vücudunun maruz kaldığı herhangi bir basıncı cenine ulaşmasını engellemek için, içi sıvı dolu sağlam bir zarla çevrilip, her üç saatte bir temizlenmesi, ceninin sıhhati için her tedbirin alınması, anne karnındaki ceninin mücadelesiyle mi gerçekleşmektedir?
Hayatı bir mücadele olarak kabul edenler, kaç gün çalışarak annelerinin göğsünde sütü çıkarmağa muvaffak oldular? Veya kaç sene mücadele ederek güneşi kendi emirlerine hizmetkâr ettiler? Hangi kuvvetle atmosferi dünyanın etrafına bir zırh olarak giydirdiler?
Dünyada bütün canlılar için hayat şartlarını hazırlayan kudret, anne karnındaki cenini de hayat şartlarına hazırlayabilir. Aynı rahmet ve kudret bütün anneleri, aciz yavruların imdadına koşturduğu gibi, yırtıcı aslanı da yavrusuna hizmetkar yapar.
Sonuç olarak şunu söylemek mümkün: Kâinat çok muntazam bir fabrika gibi çalışıyor. En küçük vidasından en büyük çarkına kadar, bütün kısımları bir maksat için beraber işliyor. Atomdan galaksilere kadar mükemmel bir nizam mevcut. Güneşten göz hücrelerine kadar hepsinde en uygun bir dayanışma görülüyor. En uzak şeyle en yakın şey birbirine yardım elini uzatmış. Canlı-cansız, büyük-küçük bütün mahlukat birbirinin ihtiyacına cevap verecek şekilde yaratılmış.
İşte en geniş manada misaller: Güneşten gelen ışık ve ısı, bütün canlıların imdadına koşuyor. Gökten rahmet olarak inen yağmur, yeryüzündeki bütün canlıların ihtiyacını karşılıyor. Kısaca, bu kâinat fabrikasının otomatik olarak işlemesiyle, yeryüzündeki hayat devam ediyor. Bazı yırtıcı hayvanların zayıf hayvanları avlamaları, büyük balıkların küçük balıkları yemeleri, bir mücadele ve kavga olmayıp, kâinattaki tabii denge ve hayatın bir gereğidir.
Kaynak: Sorularla İslamiyet
Ayrıca aklına takılan sorular veya merak ettiklerin için Sözler Köşkü YouTube kanalımıza göz atabilirsin.
Bayram Hakkında En Çok Merak Edilen Sorular:
KURBAN BAYRAMINDA ETLERİ KİMLERE DAĞITMAMIZ GEREKİR?
BAYRAMLAŞMA NASIL OLMALI?
EVDE AİLECE BAYRAM NAMAZI KILABİLİR MİYİZ?
NEVRUZ BAYRAMI (VEYA NEVROZ) KUTLAYAN MÜSLÜMAN, DİNDEN ÇIKAR MI?
EL ÖPMEK ENANİYET GÖSTERGESİ MİDİR?
Yorumlar (0)