Peygamberimiz (asm) ve Sahabeler döneminde modern cerrahi müdahalelerden söz etmek mümkün değildir. Tedavi metotları olarak, hacamat, bal şerbeti, ateşle dağlama ön plandadır. Peygamberimiz (asm)’in bunu kullandığına dair sahih rivayetler vardır. Ancak bundan hoşlanmadığı, hatta yasakladığına dair sahih rivayetler de vardır. (bk. Mecmau’z-Zevaid, 5/91, 97) Nitekim Sahih Buharî’de -mealen- Peygamberimiz (asm)’in şu ifadesine yer verilmiştir:

“Üç şeyde şifa vardır (başkasında yok, anlamında değildir), hacamat, bal şerbeti ve dağlama; fakat dağlamaktan hoşlanmam.” (Buharî, Tıp, 3-4).

Dağlama, O Dönemin Tedavi Yöntemleri Arasında mıdır?

Dağlama, eskiden beri Araplar arasında kullanılan bir tedavi metodudur. Lakin hastaya fazla acı çektirdiği için Araplar arasında “dağlama en son tedavi şeklidir” sözü meşhur olmuştur (bk. İbn Hacer, ilgili hadisin şerhi). Dağlama yöntemiyle yapılan tedavinin, bazı hadislerde tavsiye ve hatta tatbikatına rastlanmıştır. Ancak bazı hadislerde de yasaklandığı görülür. Bu durumu, âlimler, ızdırap veren, tehlikeli ve maharet isteyen bir tedavi metodu olması nedeniyle, mecbur kalmadıkça, ehil kişi bulmadıkça başvurulmaması gerekir şeklinde yorumlarlar.

Peygamberimiz (asm) Uhud Gazvesinde yaralandığı zaman, önce suyla yıkamışlar, kanın durmadığını görünce Hz. Fatıma, bir parça hasır yakarak yaranın üzerine koymuş ve kan durmuştur (Buharî, Tıp, 27).

Cerrahi Müdahale O Dönemde Var mıydı?

Cerrahi müdahale, günümüzde tedavinin vazgeçilmez ve son derece müessir vasıtalarından biri olarak görülmektedir. Belki de o günün Arap cemiyetinde ve hatta komşu milletlerde tedavide bu metoda başvurulmadığından olacak ki Peygamberimiz (asm)‘in hadislerinde bu bahse, ne lehte ne aleyhte yer verilmez. Gerçi, boğaz iltihabına yakalanan çocukları, tedavi için, bez dolanmış  parmakla bademciklerinin  alındığı ve Hz. Peygamberin buna müdahale ederek, bir nevi damla tatbikatı olan ûd-ı  hindîyi (yalan ödağacı/agallocnum) tavsiye ettiği rivayetlerde vardır. Buna dayanarak ameliyat metodunu yasaklamak mümkün değildir. İnşirah Suresi’nde göğüs yarılmasından söz edildiği gibi Peygamber (asm)’in muhtelif seferler mucizevi tarzda  göğsünün yarıldığı, içerisinin temizlenip, dikildiği ve hatta, dikiş izlerinin sonradan belli olduğu rivayetlerde mevcuttur (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/378- 397).

Peygamberimiz’in Sağlığa Verdiği Önem Ne Şekildeydi?

Peygamberimiz (asm)’in sağlığa verdiği önemi, koruyucu hekimlik ve tedavi olarak ikiye ayırmak mümkündür. Koruyucu hekimliği, temizlik, sağlıklı ve helal beslenme, helal olan spor ve eğlence, zamanında ve yeterince istirahat, ibadetleri gereği gibi ve zamanında yerine getirmek, dua etmek ve haramlardan uzak durmak gibi yöntemler olarak görmekteyiz. Tedavi konusunda ise şu esaslara dikkat edilmesinin tavsiye edildiğini görmekteyiz: Hastalığı da şifayı da veren Allah’tır. Allah her hastalığın şifasını yaratmıştır. Hastalanınca şifa aranmalıdır. Şifa için başvurulacak çeşitli tedavi yolları ise perhiz, kan aldırma, dağlama, ameliyat, ilaç, tebdîl-i mekan, rukye, dua, kuvve-i maneviyeyi takviye, sabır, gayr-i müslim tecrübe gibi yöntemler olarak bildirilmektedir (a.g.e., 11/389).

Peygamberimiz (asm)’in her sözü ve uygulaması başta sahabe olmak üzere bütün Müslümanlar tarafından titizlikle takip edilmiş ve yaşama biçimi haline getirilmeye çalışılmıştır. Günlük hayatla ilgili uygulamalar da, neredeyse aynı kapsamda değerlendirilmiştir. Bu anlayışın izlerine, daha sonra telif edilen hadis kaynaklarının bir çoğunda rastlamak mümkündür. Nitekim hadis kaynaklarında et-Tıbbu’n-Nebevi ile ilgili özel bölümler ayrılmakla yetinilmemiş, bu sahada müstakil eserler bile yazılmıştır. Bu bağlamda et-Tıbbu’n-Nebevî Literatürü oluşmuştur. Ebû Nuaym el-İsfahânî’nin et-Tıbbu’n-Nebevî’si, bu alanda kaynak niteliği taşıyan en eski ve orijinal eserlerden biridir.

Bu eserlerin, hadisler ışığında zikrettiği hastalıklara sunduğu ilaç önerileri ve tedavi yöntemleri, Hz. Peygamber ve Sahabe döneminin tıbbını yansıtması bakımından önemlidir; ancak en önemlisi sağlığın korunmasına yönelik “Koruyucu Hekimliğin” önde gelmesidir.

Koruyucu Hekimlikle İlgili Uygulanması Gereken Sünnet-i Seniyyeler Nelerdir?

Ebû Nuaym ve et-Tıbbu’n-Nebevî isimli eserini inceleyen Dr. Mustafa Dönmez Peygamberimiz in koruyucu hekimliğe verdiği önemi ortaya koymuştur. Bu bağlamda Peygamberimiz (asm)’in hadislerini inceleyelim.

Peygamberimiz (asm) oruç tutardı. Gece namazı kılardı. Yolculuk sırasında sağlığına dikkat eder, bu esnada ortaya çıkabilecek sıkıntıları giderirdi. Dengeli beslenirdi. Hijyen ve temizliğine büyük özen gösterirdi. Soğuktan korunurdu.

Manzaralı mekânlarda oturma, sağlıklı ev ve memleketlerde yaşama da yine uyguladığı metotlardandı.

Seyahat eder, kötü iklim koşullarında yolculuktan sakınırdı.

Salgın hastalıkların bulunduğu ortamlardan uzak durmayı tavsiye etmiştir.

Güneşte fazla kalmaktan kaçınırdı. Şiddetli sıcaklarda beden ısısının düşürülmesini tavsiye etmişti. Düzenli uyku için uygun vakitleri seçmeyi, zararlı yiyeceklerden kaçınmayı; sağlıklı kalmak için bal, turunç yeme, vücudu kuvvetlendirmek için özel hazırlanmış macunlar kullanmayı öğütlemişti. Mahiyeti bilinmeyen ve iştahı çekmeyen yiyeceklerden uzak durmayı, yiyeceklerden kaynaklanan birtakım zararları içeceklerle gidermeyi önermişti.

İshale karşı sinameki bitkisini kullanma, burun otu ve ağız ilacına devam etme, belirli aralıklarla hacamat yaptırma, vücut direncinin düşmesi durumunda besin değeri yüksek gıdalar alma, şifalı hamamlarda yıkanmanın yararları, ishal rahatsızlığında istifra etmenin faydaları, zehirlenmeye karşı acve hurmasını yeme, koku kullanma, göze sürme çekme, saç bakımı ve elbise temizliğine dikkat etme, gözü dinlendirici manzaralara bakma ve giyim kuşamda renk seçme gibi konular yer almaktadır.

Hastalıkların Temel Nedeni Nedir?

Peygamberimiz (asm)’in amacının, bu hadisleriyle insanları hayır ve iyiliğe teşvik, kötülükten de sakındırma konusunda kendi sağlığıyla ilgili uygulamalarla da örnekler verdiği dikkati çeker. Bu tedbirler, modern tıbbın üzerine basarak vurguladığı ve çeşitli dillerde farklı şekillerde ifadesini bulan “sağlığı korumak, ilaç kullanmaktan daha iyidir” ilkesiyle tamamen örtüşmektedir (Dr. Mustafa Dönmez, Ebû Nuaym ve Et-Tıbbu’n-Nebevî İsimli Eseri Üzerine Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 16, Sayı: 1, 2007 s. 321 vd).

Rivayetlerde hastalıkların temel nedeni olarak aşırı üzüntü (bk. Ebû Nuaym, et-Tıbbu’n-Nebevî, I/315) gösterilmektedir. Tedavi yöntemleri olarak aşırı üzüntü ve bunalımın giderilmesi için maddi ve manevi tedavi önerileri bulunmaktadır. Hastalık çeşitlerinin fazlalığına karşılık tedavi yöntemleri ve tıbbî materyaller nispeten daha sınırlıdır. O dönemin hastalıkları önerilen ilaç ve tedavi şekilleri dikkate alındığında ulaştığımız sonuç budur. Hatta bazı hastalıklar için bir tedavi bile önerilmemiştir. Bunun yerine o hastalıkla ilgili daha çok koruyucu hekimlik tedbirlerinin tavsiye edildiği dikkati çekmektedir (a.g.m. a.y).

Kur’an-ı Kerim’de Koruyucu Hekimlikten Nasıl Bahsedilir?

“Hıfzıssıhha” denen koruyucu hekimliğin gayesi, insanları hastalıklara karşı korumaktır. Hastalıklara karşı korumanın da temel kaidesi “temizlik”tir. İnsanlık âlemine gerçek anlamda koruyucu hekimliği bahşeden İslâmiyet’tir. Ortaçağ Avrupa’sına tuvalet ve banyo alışkanlığını öğreten de Müslümanlardır.

Batıda 542 yılında ortaya çıkan veba salgını, mahiyeti bilinmediğinden kırk sene devam etmiş. Milyonlarca insanın ölümüne sebep olmuştur. Bu tarihten 1862 yılına kadar yirmi beş veba salgını zuhur etmiş; Avrupa nüfusunu yarıya indirmiştir. Halbuki, beri tarafta, Peygamberimiz (asm) şöyle buyuruyordu:

“Bir yerde tâûn (veba) bulunduğunu işitirseniz oraya girmeyin. Bulunduğunuz yerde meydana gelmiş ise oradan da ayrılmayın.” (Buhari, Tıp 30; Müslim, Selâm 92.)

Avrupalı doktorların yüzlerce sene sonra, bulaşıcı hastalıkların yayılmasını önleme konusunda keşfedebildikleri “karantina” usulü Peygamberimiz (asm) tarafından konmuş bulunuyordu.

İslâm tıbbı, (Kur’ân ve hadislerle getirilen hükümler) hastalıklardan korunmaya, hastalıkları tedavi etmekten daha fazla önem verir. Bu yüzden hıfzısıhha (hygiene) meselesi ve koruyucu hekimlik gerek teorik gerekse pratik değerlendirmelerde önemli bir rol oynar (S. Hüseyin Nasr, İslâm ve İlim, (trc. İlhan Kutluer), İst.1989, s.164). Gerçi öncelikle sıhhatin korunmasına bütün tabâbet sistemlerinde yer verilmiştir; ancak dinimiz kadar bunu şuurla, ısrarla yapan başka sistem yoktur. Modern tıbbın ulaşmak istediği nihâî hedef de budur. Bunca teknik imkânlara rağmen hâlâ çoğu hastalıkların mahiyeti bilinmemektedir. Bunlara “medeniyet hastalıkları” adı verilen yenileri eklenmektedir. Hasta insanlar elbette tedavi edilmelidir; ancak asıl hedef, hastalığa yol açan sebepleri ortadan kaldırmak olmalıdır. İslâmiyet getirdiği prensiplerle, hastalıklarla mücadelenin temel esası olan temizliği emretmiştir: “Allah da temizlenenleri sever.” (Tevbe, 9/108), “Temizlik, imanın yarısıdır.” (Müslim, Tahâret 1).

Kur’ân ve Hadislerde Koruyucu Hekimliğe Ait Hükümler Nasıl Sıralanır?

1. Bulaşıcı Hastalıklardan Korunma.
2. Zararlı Yiyecek ve İçeceklerden Uzak Durma.
3. Beden Temizliği ve Vücut Sağlığı
4. Dengeli Beslenme ile Vücut Sağlığını Koruma.

Kur’ân-ı Kerim, Müslümanlara yalnız dinî, ahlaki, mülki, askerî, cinaî ve siyasi kanunlar vazetmekle kalmamıştır. Aynı zamanda onlara şu ana kadar bilinebilen en mükemmel hıfzıssıhha kanunlarını da öğretmiştir. Hatta diyebiliriz ki Kur’ân-ı Kerim, sadece koruyucu hekimlik ile ilgili alanlarda tavsiyeler vermemiştir. Diğer bütün alanlarda da getirdiği hükümlerle insan neslinin ve sıhhatinin korunmasını ve muhafazasını amaçlamıştır.

Zira İslâm ve onun yüce kitabı Kur’ân, her şeyden önce insanı muhatap almaktadır. Her şeyi ile ona hitap etmektedir. Bu nedenledir ki Kur’ân, her türlü bedenî ve ruhî hastalıklardan, insanların korunmasını istemektedir. Bu konuda sağlam ve esaslı prensipler getirmektedir. Kur’ân’ın getirdiği bu sağlam ve temel esaslar öncelikle insanın, bedenen ve ruhen hastalanmasını emniyet altına almaktadır. Fakat hastalandığında da onun tedavi yollarını ve usullerini insanlara göstermektedir. Koruyucu hekimlik alanında ortaya koyduğu prensip ve kaidelerle Kur’ân-ı Kerim, sadece çağında değil, bütün çağlara hitap etmiştir. Ve vazettiği birçok prensip ve kaidelerin değeri ve mahiyeti, asırlar geçip de bu sahadaki bilgiler arttıkça ancak anlaşılabilmiştir.

Nitekim Kur’ân’da, çeşitli yönlerden giyim, uyku, vücut ve deri temizliği; yiyecek ve içeceğe dair kaideler ve meskenlere, ölülere ve evlere karşı davranışlar hakkında geniş bilgiler verilmektedir. Ve onda hıfzıssıhha ile ilgili pek çok konularda önemli kaideler bulunmaktadır [Opıtz Karl, Die Medizin im Koran, Kur’ân’da Tabâbet, (trc. Feridun Nafiz Uzluk), Ankara 1971, s.45].

Yeme İçmede Nasıl Dengeli Olunur?

İnsanlara, ifrat ve tefrit içinde olmaksızın bunların ikisi arası orta bir yol takip edilmesi tavsiye edilmekte ve özellikle koruyucu hekimliği ilgilendiren yeme ve içme hususunda mutlaka mutedil olunması emredilmektedir. Bu konuda Cenab-ı Hakk: “Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz, şüphesiz Allah, israf edenleri sevmez.” (A’râf, 7/31) buyurmaktadır.

İsrafı, zarar ve hastalıkların meydana geldiği şeylerin ölçüsü olarak tarif eden Mustafa el-Merâğî, Cenab-ı Hakk’ın, insanlara temiz olan şeylerden yemelerini ve içmelerini, fakat sıhhate zarar verecek şekilde haddi aşmamalarını da emrettiğini söyler (el-Merâğî, Ahmed Mustafa, Tefsîru’l-Merâğî, Beyrut 1974, VIII,133). Kur’ân, aybaşı hali gibi hususî hallerinde kadına yaklaşmayı (Bakara, 222), yasaklamıştır. Tam bir nezâhet ve tıbbî bir hikmetle, aybaşı halindeki temasın, mutlak zarar olduğunu açıklamıştır. Tıp ilmi de bu ciheti aynı sebepten ve aynı şekilde kanunlaştırmıştır [Dr. Frıtz Kahn, Tenasül Hayatımız, (trc. Dr.Feridun Frik), Cemil Cahit Cem, İst.,1971, s. 75].

Bugünkü tıbbın en önemli meselesi, “koruyucu hekimlik”tir. Koruyucu hekimlik ise, insanı sağlam iken koruyan ve hasta etmeyen esasları ve prensipleri ortaya koyar. Aşı, bunun en önemli bir aracıdır. Koruyucu hekimliğin ortaya koyduğu temel esasların başında, sağlam kimselerin, kendisini koruması için alacakları tedbirlerin ilki, önce bulaşmayı önlemek, temizliğe ve gıdaya önem vermek prensipleri yer almaktadır. Kur’ân-ı Kerim ise bu esasları 1400 sene önce getirmiştir.

Biraz önce maddeler halinde verdiğimiz Kur’ân ve hadislerdeki koruyucu hekimliğe ait hükümleri kısaca şöyle açıklayabiliriz:

İslâm dini ve onun yüce kitabı Kur’ân-ı Kerim, insanın ve insan neslinin muhafazasını ve korunmasını sağlamak amacıyla, önleyici bir takım ön tedbirler getirmiş ve bu tedbirlerin uygulanmasını da emretmiştir. Kur’ân’ın getirdiği ön tedbirlerin başında, önleyicilik ve caydırıcılık prensibi, ilk sıralarda yer almaktadır. Bu prensibe göre Kur’an, evlilik dışı cinsî münasebeti ve bu çeşit münasebetlere götüren yolları kesinlikle yasaklamış ve bu konuda tedbirler getirmiştir.

Eskiden olduğu gibi günümüzde de, insan ve insan nesli için tehlikeli olan bir takım bulaşıcı hastalıklar mevcuttur. Bu bulaşıcı hastalıklar arasında en başta gelenleri de, frengi, belsoğukluğu, yumuşak yara gibi zührevî hastalıklar ve bunlara ilaveten şimdilerde bütün insanlığı tehdit eden AIDS hastalığıdır. Bu hastalıkların bulaşmasında ise en önemli faktör, evlilik dışı cinsî münasebet ve livâta olması İslâm’ın bu fiiller karşısındaki kararlı ve ciddî tavrının hikmetini bir kere daha herkese göstermiş olmaktadır (İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi., Akçağ yay., XI, 383).

Zina Neden Yasaklanmıştır?

Dinî birtakım sebep ve hikmetlerin yanında, bu sebeple de İslâm dini, fuhşu yasaklamış ve fuhşa götürücü yolları da kapatmıştır. Bu nedenle Cenab-ı Hakk:
“Fuhşun gizlisine de açığına da asla yaklaşmayınız.” (En’âm, 6/151),
“Zinaya yaklaşmayın, çünkü o, şüphesiz bir hayasızlıktır.” (İsrâ, 17/32) buyurmaktadır.

Zinanın içtimaî bünyede açtığı yara, çok derin ve çok tehlikelidir. Sosyal nizamın ve içtimaî bünyenin ilk ve mutlak şartı aile ve nesildir. Zina bu iki unsuru yok eden ve dolayısı ile içtimaî nizamı yıkan en kuvvetli sebeptir. Sosyal nizamı korumak ve fertleri, uğrayabilecekleri bu felâketlerden muhafaza etmek için Kur’ân, zührevî hastalıklarla diğer bulaşıcı hastalıkların kaynağını teşkil eden evlilik dışı münasebetleri yasaklamış ve “yaklaşmayınız” emriyle fuhşun her çeşidine set çekmiş ve nesilleri bu felâketten korumuştur.

Kur’ân’ın zinâ ve evlilik dışı cinsî münasebeti önlemedeki metodu ise, zinâya giden yolları başından kapatmak ve önleyici tedbirler getirmek şeklindedir. Kur’ân, zinâya giden yolların başında, bakılması yasak olanlara bakmamayı, ilk yol olarak kabul etmekte ve bu yüzden de önce erkeklere, (Nûr, 24/30) sonra da kadınlara (Nûr, 24/31) bakılması yasak olan kimselere ve bakılması yasak olan yerlere bakmamalarını emretmektedir. Böylece Kur’ân; bakış, tebessüm, konuşma, buluşma ve baş başa kalma şeklinde açıklanan zinâ yollarından ilkini, yani bakışı yasaklamakla, diğer zinâ yollarıyla hakikî zinâyı da yasaklamış olmaktadır (Celal Kırca, Kur’an-ı Kerim’de Fen Bilimleri, s. 235-237).

Bulaşıcı Hastalıklardan Korunmada Temizliğin Önemi Nedir?

Bilhassa bulaşıcı hastalıklardan korunmak için yiyecek ve içeceklerin temizliğine dikkat etmek gerekir. Bu hususta da Kur’ân-ı Kerîm’de açık hükümler bulunmaktadır:
“Bugün size iyi ve temiz rızıklar helâl kılındı.” (Mâide, 5/5),

“Ey iman edenler! Size kısmet ettiğimiz rızıkların temiz ve helâlinden yeyiniz.” (Bakara, 2/172),

“Ey insanlar! Yeryüzünde olan bütün nimetlerimden helâl hoş olmak şartı ile yeyiniz.” (Bakara, 2/168).

Dinimizin koyduğu haramları da koruyucu hekimliğin bir parçası sayabiliriz. İçkinin, uyuşturucuların, ölü etinin, kanın ve domuz etinin sağlık açısından zararları, fazla bir söze hacet kalmayacak kadar herkesçe malum konulardandır.

Beden Temizliği Nasıl Sağlanır?

Temizlik, gerek tıbbın ve gerekse koruyucu hekimliğin (hygiene) en ziyade önem verdiği ve üzerinde titizlikle durduğu konuların başında yer alır. Temizlik çeşitleri arasında ise ilk sırayı şüphesiz beden temizliği almaktadır. İslâmiyet ise, tıbbın bugün önemle üzerinde durduğu beden temizliği konusunu, asırlarca önce hem beden ve hem de rûh temizliği ve sağlığı açısından ele almış ve bu konuda ciddî prensipler ve hükümler getirmiştir. Bu prensipler, özellikle koruyucu hekimlik ile ilgili tedbirleri ihtiva etmekte ve insan sağlığını korumayı hedeflemektedir. Biz bu konuyu iki başlık altında incelemek istiyoruz:

Maddî Temizlik Nedir?

İslâm’ın maddî temizliği bir kısım ibadetlerin vazgeçilmez şartı, hatta namazın anahtarı olarak kabul etmesi maddî temizliğin ne kadar önemli bir şey olduğunu açıkça ifade eder. Meselâ dinin direği olarak kabul edilen namazın anahtarı beden temizliğidir. 

Beden Temizliği Nedir?

İslâm dini, temizliği imanın şartlarından biri kılmıştır. İbadetlerin kabul edilmesinin ilk şartı, maddî ve manevî temizlik olduğu gibi, imanda kemâlin şartı da temizliktir. Sevgili Peygamberimiz (asm) bir hadislerinde “Temizlik imanın yarısıdır.” (Müslim, Tahâret,1) buyurur. Burada ehemmiyeti belirtilen temizlik mutlaktır. Yani hem maddî, hem manevî temizlikler buna dahildir (İbrahim Canan, İslâm’da Çevre Sağlığı, İstanbul 1986, s.66).

Beden temizliği de ikiye ayrılır: Necâsetten tahâret (maddî temizlik), hadesten tahâret (manevî temizlik).

Hadesten Taharet Nedir?

Hadesten Tahâret: Hades, bazı ibâdetlerin yapılmasına dinî yönden engel olan bir kirlilik halidir. Bundan temizlik de büyük ve küçük olmak üzere ikiye ayrılır.

   ba. Büyük hades, guslü gerektiren cünüplük, hayız ve nifâs halleridir.

   bb. Küçük hades ise; namaz için alınan abdesti gerektiren bevletme, büyük tuvaletini yapma ve abdesti bozan diğer şeylerdir.

Buna göre hadesten tahâret, gusül ya da abdest almak suretiyle “hades” halinden temizlenmeyi ifade eder ki, manevî ağırlığı olan bir temizlik türüdür. Kur’ân’da abdest emredilerek (Mâide, 5/6) maddî temizliğe ve suyun maddî temizlikteki rolüne dikkat çekilmiştir. Bilindiği gibi namaz; Allah’ın huzuruna çıkmanın bir ifadesidir. O huzura çıkmak için ruhsal olduğu kadar bedensel bir hazırlık da gereklidir. İşte abdest, bu ruhsal ve özellikle de bedensel hazırlığın ön şartıdır. (Seyyid Kutup, Fizilali’l-Kur’ân, Beyrut 1980, II, 849) Cünüplük, hayız ve nifastan sonra gusül emredildiği gibi, her bir Müslümanın en azından haftada bir defa yıkanması da Peygamberimiz (asm) tarafından emredilmiştir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned I,304)

“Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi hakkıyla bilmedikçe namaza yaklaşmayın. Yolculuk dışında cünüp iken de gusletmedikçe namaz kılmayın.” (Nisâ, 4/43)

“Sana âdet görmeden (hayız, kadınların aybaşı hâli ve nifâs gibi hallerden) soruyorlar. De ki: ‘O eziyettir.’ Âdet halinde kadınlardan çekilin, temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın.” (Bakara, 2/222)

Necâsetten Tahâret Nedir?

Necâsetten Tahâret: Maddî pisliklere “necâset” diyoruz ki, insanın bedenine, elbisesine ve namaz kılacağı yere bulaşan maddî pislik demektir. Namazın sıhhatli olabilmesi için bu pisliğin giderilmesi şarttır. Bu durumda necâsetten tahâret, beden ya da elbisede bulunan ve şer’an necis sayılan maddelerden temizlenmeyi ifade eder. Örneğin, kan, meni, idrar ya da bunların bulaştığı bir elbise necistir. Böyle bir elbiseyi temizlemek tahârettir.

   a. El temizliği.

   b. Ağız-burun temizliği.

   c. Temizlik ile ilgili diğer tavsiyeler:

    1. Fıtrî Temizlik.
    2. Elbise Temizliği.
    3. Mekân Temizliği.
    4. Suların Temizliği.

Manevî Temizlik Nasıl Yapılır?

Temizliği, sadece maddî temizlikle sınırlamak yanlış olur. Zira, beden temizliği kadar, hatta ondan çok daha önce “kalp temizliği”, “nefis temizliği”, “niyet dürüstlüğü” ve “ahlâk güzelliği” gereklidir. İslâmiyet her şeyde denge gözettiği gibi insanın madde ile manası arasında da dengeyi esas almıştır. Bu itibarla, İslâm’daki maddî temizlikle manevî temizliği birbirinden ayırmak imkânsızdır. Çoğu yerde manevî ve ruhî temizlik ağırlıklı olmakla birlikte genelde ikisini iç içe görmekteyiz.

Kur’ân-ı Kerim’de temizlikten bahsedilen yerlerde, sadece maddî pisliklerden temizlenme manası kastedilmemiştir. Aynı zamanda;
a. Kalp temizliği manasındaki temizlikten şöyle bahsedilmiştir; “… bu hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temizdir.”, (Ahzâb, 33/53)

b. Fuhuş ve zina’dan temizlik; “… Lût âilesini şehrinizden çıkarın. Çünkü onlar, temiz kalmak isteyen (zina ve fuhuş yapmayan) kimselerdir.”, (Neml, 27/56)

c. Malın haramla kirlenmemesi için temizlik; “Onların mallarından, kendilerini temizleyeceğin ve yücelteceğin bir sadaka al.” (Tevbe, 9/103)

d. Putlara tapma ve yalan pisliğinden temizlik; “Ey peygamber! ağızlarıyla “inandık” dedikleri halde, kalpleri inanmamış olanlardan küfürde yarış edenler seni üzmesin. Yahûdiler arasında da yalana kulak veren, sana gelmemiş olan bir kavme kulak verenler vardır. Kelimeleri konuldukları yerlerden çıkarıp tahrif ederler. “Eğer size bu verilirse alın, bu verilmezse sakının!” derler. Allah birini şaşırtmak isterse, sen onun için Allah’a karşı hiç bir şey yapamazsın. Onlar öyle kimselerdir ki Allah, onların kalplerini temizlemek istememiştir. Onlar için dünyada rezillik var ve yine onlar için âhirette de büyük bir azâp vardır.” (Mâide, 5/41) ve “Ey iman edenler! Müşrikler bir pislikten ibarettir. Onun için, bu yıldan sonra Mescid-i Harama yaklaşmasınlar.” (Tevbe, 9/28) gibi ayetlerde manevî temizlikten de bahsedilmiştir.

Kur’an-ı Kerim’e Göre Dengeli Beslenme Nasıl Sağlanır?

Koruyucu hekimliğin en önemli meselelerinden biri de, beslenme konusudur. Yeteri derecede ve dengeli bir şekilde besin alarak sıhhati korumak ve bu vesile ile vücutta meydana gelebilecek hastalıkları önlemek, koruyucu hekimliğin en başta gelen görevleri arasında yer alır.

Birçok hastalıklardan korunmada en iyi tedbir iyi beslenmektir. Belli başlı bir hastalık yapmasa da eksik veya fena besinden ileri gelen birçok rahatsızlık, kuvvetsizlik ve neşesizlik halleri vardır. Açlık ile fena besini birbirinden ayırmak lâzımdır. Açlıkta gıda çok azdır veya hiç yoktur. Büyük kıtlıklar, savaş, muhasara, hicret vs. hallerinde görülür ve kitle halinde beslenme hastalıkları yapar (Zeki Râgıp Yalım, Vücut Bakımı, Ankara 1944, s.2).

İslâm dininin temel gayelerinden biri de, insan sağlığını korumak ve muhafaza etmek olduğundan, onun yüce kitabı Kur’ân, bu konuda bazı dikkat çekici işaretlerde bulunmuş ve yine bu konuda insanların derinlemesine düşünmelerini de istemiştir (Cevherî, Tantavî, el-Cevâhir fî Tefsiri’l- Kur’ân, Mısır 1350/1931(I-XXVI), I,241-243).

Beslenmede esas olan gıda ve çeşitleri konusunda, dikkat çekici noktalara temas eden Kur’ân-ı Kerim, çağımızda önemi daha iyi anlaşılan insan vücudunun büyümesi, kuvvetlenmesi ve tamiri için gerekli ve çok faydalı şeyleri ihtiva eden proteinli yiyeceklerden et, balık ve süt gibi yiyecekler; hurma, üzüm, buğday, nar, sebze, sarımsak, acur, soğan, mercimek, incir ve zeytin gibi nebatî yiyeceklerden ve meyvelerden bahsetmekte ve bu gıdalara dikkatimizi çekmektedir. Nebatî yağdan ve şifa verici baldan da bahseden Kur’ân-ı Kerim, özellikle balın tedavideki önemine işaret etmektedir (Afzalur Rahman, Hz. Muhammed (sas), Sîret Ans., I,342).

Kur’ân-ı Kerim, dengeli, beslenme için lüzumlu ilâve elementleri de göz ardı etmez: “Hele, insan, yiyeceklerinin kaynağına bir baksın: Biz yağmuru gökten şırıl şırıl döktük. Sonra nebat bitsin diye, toprağı iyice sürdük, orada hububatlar, taneler, üzümler ve yoncalar, zeytinler ve hurmalar, ağaçları gür ve sık bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik. Bütün bunları sizin ve davarlarınızın faydalanması için yaptık.” (Abese, 24-32) (Afzalur Rahman, age, I,343).

Kur’ân’da zikredilen bu gıda maddeleri, insan sağlığı için lüzumlu protein, karbonhidrat ve yağlara sahip olan gıda maddeleridir. Kur’ân’da bu gıda maddelerinin zikredilmesi, insanların, bu gıda maddelerine dikkatlerini çekmek ve bunlara olan ihtiyaçlarını belirtmek içindir. Çağımızdaki beslenme uzmanları da aynı şeyi söylemektedirler. Zira beslenmede, gıda seçimi, sağlığa etkisi, aşırı beslenmenin zararları veya yetersiz beslenme gibi konular önemli bir yer tutar.

Tantavî Cevherî, özellikle nebatî gıdaların zikredildiği Bakara suresi 61’inci ayetin tefsirinde, bu ayette zikredilen nebatî gıdaların tıbbî ve özellikle koruyucu hekimlik bakımından büyük bir önemi hâiz olduğunu belirtir ve bu yiyeceklerin insan sağlığındaki öneminden bahseder (Cevherî, age, I,78).

Tıpta ilaç olarak kullanıldığı kadar, beslenmede de büyük bir önemi hâiz olan bal hakkında Cenab-ı Hak, şöyle buyurmaktadır:

“Rabbin bal arısına şöyle vahyetti: ‘Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan kendine göz göz ev (kovan) edin. Sonra da her türlü meyveden ye de Rabbinin sana yayılman için belirlediği yolları tut!” Onların karınlarından renkleri çeşit çeşit bir şerbet çıkar ki onda insanlara şifa vardır. Elbette düşünen kimseler için bunda alacak ibret vardır.'” (Nahl, 16/68-69).

Yüce beyâna baktığımızda da dengeli beslenmeyi görüyoruz. Beslenmede en önemli gıda unsuru proteinlerdir. Kur’an’a bu açıdan bakalım: “Hemen gidip kızartılmış bir buzağı getirdi.” (Hûd, 11/69). Zâriyat suresinde de: “Bir semiz dana getirdi ve onu önlerine koydu. Yemeğe buyurmaz mısınız dedi.” (Zâriyât, 51/26-27) şeklindeki ayetleri görürüz. Ayrıca Kur’ân-ı Kerim, kuş ve kümes hayvanlarından da sevilecek et cinsi olarak bahseder: “…arzu ettikleri kuş etleri ile…” (Vâkıa, 56/21).

Proteinlerin diğer gıdalardan üstünlüğü ile ilgili olarak A’raf suresinde ise şunları görmekteyiz: “Kendilerine kudret helvasıyla bıldırcın indirdik ve onlara: ‘Size rızık olarak verdiğimizin temiz olanlarından yiyin.’ dedik.” (A’raf, 7/160). Fakat şükürsüz insanlar Allah’tan iyi gıdalarını, daha düşüğüyle değiştirmesini istediler: “Bir vakit şöyle dediniz: ‘Mûsa! Biz bir çeşit yemeğe imkânı yok katlanamayız. O halde bizim için Rabbine yalvar da yerin bitirdiği sebzesinden, kabağından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından çıkarsın.’ Mûsa da: ‘Ne o!’ dedi, ‘Siz, daha üstün olanı vererek daha düşük olanı mı almak istiyorsunuz?'” (Bakara, 2/61). Bu ifade açıkça proteinlerin diğer yeşillik ve sebzelere üstünlüğünü göstermektedir.

Protein olarak balıktan da bahsedildiğini görüyoruz. “Yine denizden taze et yiyesiniz ve ondan giyip takınacağınız bir zînet çıkarasınız diye, denizi hizmetinize bağlayan O’dur.” (Nahl, 16/14). Fâtır suresinde de “Her iki denizden de taptaze et yersiniz.” (Fâtır, 35/12) ifadesini görürüz.

Allah Kur’ân-ı Kerim’de Sütten Nasıl Bahseder?

Taze sütün önemi de şu ifadeler ile açıklanır: “Ehil hayvanlarda sizin için muhakkak ders vardır. Karınlarındaki sütten size içiririz. Sizin için onlarda daha birçok faydalar vardır…” (Mü’minûn, 23/21), Nahl suresinde de şunları görürüz: “Gerçekten süt veren hayvanlarda da size bir ibret vardır. Size onların karnındakiler ile kan arasından halis bir süt içiriyoruz ki, içenlerin boğazından afiyetle geçer.” (Nahl, 16/66).

Kur’ân’da hurma ve üzüm, buğday ve nar, sarımsak, soğan, mercimek, incir ve zeytin gibi sebze ve meyvelerden ve baldan bahsedilmektedir. Kısaca şunu belirtelim ki, yüce beyanda insana şifa olacak bütün beslenme unsurlarına ve dengeli beslenmeye yer verilmektedir (Polat Has, Peygamberimiz’den (sav) günümüze Beslenme, İzmir 1991, T.Ö.V. yayınları, s.15–17).

Beslenme Ne Demektir?

Canlıların hayatlarını devam ettirebilmek için dışarıdan ağız yoluyla aldıkları her türlü yiyeceğe “besin” denir. Beslenme ise; insanın büyüme, gelişme, sağlıklı ve üretken olarak uzun süre yaşaması için gerekli olan öğeleri alıp vücudunda kullanmasıdır (Ayşe Baysal, Beslenme, s.4).

Çocukların büyümesi, organların çalışması, eskiyen hücrelerin yenilenmesi, günlük faaliyetleri yürütmek için ihtiyaç duyulan enerji hep besinler ve beslenme yoluyla temin edilmektedir.

Burada yeri gelmişken kısaca aşırı ve dengesiz beslenme ile yetersiz ve dengesiz beslenmeden de bahsedelim.

Beslenmede, yenilen gıdalar kadar dengeli ve ölçülü yemek de önemli bir yer tutar. Yemede aşırı giderek dengesiz beslenmek, insanı şişmanlığa götürür. Gerçekte vücudun tabiî ağırlığı üzerine fazladan binen her kilo, temel uzuvlara yüklenen bir yük demektir.

Kur’ân-ı Kerim, bu konuda: (Külü ve’ş-rabü ve lâ tüsrifü, innehû lâ yuhibbu’l- müsrifîn) “Yiyiniz, içiniz fakat yeme ve içmenizde asla isrâf etmeyiniz (aşırı gitmeyiniz, dengeli bir biçimde yiyiniz ve içiniz.)” (A’râf, 31) buyurmaktadır.

Peygamberimiz (asm) de: “İnsanoğlu midesinden daha kötü bir kap doldurmamıştır. Kişiye belini doğrultacak kadar yemek yeter. (Eğer çok yemek istiyorsa) Bari hiç olmazsa midenin üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de havaya ayırsın.” (Tirmizi, Zühd 47; İbn Mâce, Etime 50) buyurmaktadır.

“Yiyiniz, içiniz fakat aşırı gitmeyiniz” âyetini en güzel bir biçimde yorumlayan Peygamberimiz (asm) yine bu konuda şunları söylemiştir: “Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey: Göbekli olmak, çok uyku ve tembelliktir.” (Câmiussagîr, I,190) Bu hadis Müslüman’ın mutlaka ölçülü ve dengeli yemek yemesi gerektiğini ve asla yemesinde ve içmesinde aşırı gitmemesini, Müslümanlığın bir gereği saymaktadır.

Bu tür beslenme durumlarında vücudun büyüme, gelişme ve normal çalışmasında aksaklıklar olacağından “yeterli ve dengeli beslenme sağlığın temelidir” diyebiliriz. Yetersiz ve dengesiz beslenme birçok hastalıkların (beriberi, pellagra, skorbit, marasmus, kseraptalmiya, raşitizm gibi) doğrudan sebebi olduğu gibi, diğer birçok hastalıkların (kızamık, boğmaca, verem, ishal gibi) kolay yerleşmesinde ve ağır seyretmesinde rol oynar. Bu tür beslenmenin hüküm sürdüğü toplumlarda sosyal dengesizlikler olağan şeylerdir.

Kur’ân-ı Kerim, yetersiz beslenme konusunda: “Ey îman edenler, Allah’ın size helâl kıldığı şeyleri, kendinize haram kılmayınız.” (Mâide, 5/87) buyurmaktadır. İnsanın, yeterli ve dengeli beslenebilmesi için, Allah’ın helâl kıldığı her çeşit besin maddesinden yeteri kadar faydalanması gerekir. Çeşitli sebepler ve mülâhazalarla, bazı gıdaların terkedilmesi, tıbbî mahzurlar doğurmaktadır.

Yüce Allah, her türlü helâl ve temiz gıda maddelerinin yenilmesini ve kullanılmasını istemekte ve bazı gıda maddelerini yemeyenleri kınayarak, “Allah’ın size helâl kıldığı gıda maddelerini kendinize haram kılmayınız.” (Mâide, 5/87) demektedir. Gerçekten iyi ve dengeli beslenebilmek için, her çeşit gıda maddelerinden faydalanmak gerekir.

Aşırı yemek suretiyle şişmanlamak veya az ve yetersiz beslenmek suretiyle zayıflamak aynı ölçüde insan sağlığı için zararlı olmaktadır. İslâm ve onun yüce kitabı Kur’ân, her çeşit gıdaların yeteri kadar ve dengeli bir biçimde kullanılmasını emretmekle, insanları her iki durumdan da korumuş ve insan sağlığını beslenme konusunda garanti altına almıştır.

Kur’an-ı Kerim ve Hadislere Bakarak Tedavi Nasıl olur?

Kur’ân- Kerim, muhtevası ve kapsadığı konuları itibariyle dinî talimleri emredici, ahlâkı güzelleştirici ve insanları hidâyete erdirici mahiyettedir. Kısaca mahiyeti bu şekilde özetlenen Kur’an’da, çok değişik konulardan da bahsedilir. Bunlardan birisi de, herkesi yakından ilgilendiren hıfzıssıhha, yani koruyucu hekimlik ile ilgili konulardır.

Kaynağı Kur’ân ve hadislere dayanan İslâm tıbbı, hastalıklardan korunmaya, hastalıkları tedavi etmekten daha fazla önem verir. Hıfzısıhha, koruyucu hekimlik ve hijyen dediğimiz meseleye, yani öncelikle sıhhatin korunmasına bütün tabâbet sistemlerinde yer verilmiştir. Ancak dinimiz kadar bunu şuurla ve ısrarla yapan başka sistem yoktur. Modern tıbbın ulaşmak istediği nihâî hedef de budur. Bunca teknik imkânlara rağmen hâlâ çoğu hastalıkların mahiyeti bilinmemekte, bunlara “medeniyet hastalıkları” adı verilen yenileri eklenmektedir. Hasta insanlar elbette tedavi edilmelidir; ancak asıl hedef, hastalığa yol açan sebepleri ortadan kaldırmak olmalıdır. İslâmiyet getirdiği prensiplerle, hastalıklarla mücadelenin temel esası olan:

1. Bulaşıcı Hastalıklardan Korunmayı,
2. Zararlı Yiyecek ve İçeceklerden Uzak Durmayı,
3. Beden Temizliği ve Vücut Sağlığını korumayı ve
4. Dengeli Beslenme ile Vücut Sağlığını Korumayı emretmiştir.

Bu kısa makalemizde anlatmaya çalıştığımız gibi, kıyamete kadar gelecek bütün beşeriyete hitap eden bir dinin kitabının bunlardan bahsetmesi büyük önem taşır. İslâm tıbbının temelini oluşturan yapı, sıhhatli insan ve sıhhatli toplumdur. Ruh ve beden açısından sağlıklı insanlardan oluşan bir toplum, gözetilen hedeflerin başında gelir. İnsan sağlığını tehdit eden her tehlikenin bertaraf edilmesi esastır.

Kaynak: Sorularla İslamiyet

Ayrıca aklına takılan sorular veya merak ettiklerin için Sözler Köşkü YouTube kanalımıza göz atabilirsin.

Bazı Merak Edilen Sorular:

İYİLİK İNSANDAN MI, ALLAH’TAN MIDIR?

PEYGAMBERLER ALLAH HAKKINDA YANLIŞ İFADE KULLANAMAZ MI?

ALLAH’IN BİZDEN RAZI OLDUĞUNU NASIL ANLARIZ?

İNSAN KENDİ KADERİNİ KENDİ Mİ BELİRLER, YOKSA ALLAH TARAFINDAN MI BELİRLENİR?

ALLAH NUR MUDUR? NUR ALLAH’IN MAHLUKUDUR, NE DEMEKTİR?