Kur’an-ı Kerim’in indiği dönemde Arap dilindeki belagat bütün şaşaasıyla ortadaydı. Bugün işin uzmanları bunu çok iyi bilir. Hatta bir tek şairin sözü ile savaş başlar ve barış olurdu.

İşte Kur’an böyle bir dönemdeki muarızlarına meydan okudu. Hz. Muhammed (asm): “Kur’an’ın bir benzerini getirin davayı kazanın.” dedi. “Bu size zor geliyorsa, yalnız 10 sure benzeri bir şeyler getirin. Bu da olmuyorsa bir tek surenin bir benzerini getirin davayı kazanın.” dedi.

Müşriklerin Buna Cevabı Ne Oldu?

– O günkü İslam karşıtı olanların buna şiddetle ihtiyaçları vardı. Çünkü:

a) Bir tek surenin benzerini getirselerdi, İslam’ın doğru olmadığı ortaya çıkardı. Böylece onların yüzyıllardan beri takip ettikleri dinleri kurtulurdu.

b) Yüzyıllardan beri sevip saydıkları ve taptıkları ilahlarının/putlarının şerefini kurtaracaklardı.

c) İslam, onların çok saydıkları kâfir olan büyüklerinin cehennemlik olduğunu ilan etmişti. Kabilecilik ruhuyla beslenmiş Kureyşliler için bunu duymak ölümden beterdi. Bir tek surenin benzerini getirmekle o büyüklerinin şerefini de kurtaracaklardı.

d) Hz. Muhammed (asm), puta tapan Kureyşlilerin bu yaptıklarının akılsızlık olduğunu söylüyor ve onları ahmaklıkla suçluyordu. Bunun doğru olmadığını ispat etmeye o kadar muhtaç idiler ki!..

e) Kur’an-ı Kerim’in bir tek suresinin bir benzerini getirmek eğer mümkün olsaydı, buna ne paraya ne de fazla zamana ihtiyaçları olurdu. Okuma-yazması bile olmayan, hayatta bir tek şiir söylemeyen ve üstelik herkes tarafından en emin/güvenilir olarak bilinen  Hz. Muhammed (asm) bazen birkaç dakika içinde onlarca ayeti ortaya koyuyordu.

f) Arapların Hz. Muhammed (asm)’e karşı ölümü göze alma pahasına savaş yolunu tercih etmeleri, onların İslam’ın söylediklerini çürütmeye ve çürütülen şereflerini kurtarmaya ne kadar muhtaç olduklarının açık göstergesidir.

g) Bu kadar zorunlu ve kendileri için sorunlu olan bu problemlerin hepsinin tek çözüm yolu, birkaç satırlık Kur’an’ın küçük bir suresine benzer bir sure yapmaları idi.

h) Bu kadar ihtiyaç içinde olmalarına rağmen ve Arapça’yı, belagati çok bilen onlarca adamları varken, bir tek surenin bir benzerini getirmek gibi en kolay bir yolu bırakıp eşlerini dul, çocukların yetim bırakan, kendilerini hayattan koparan kılıçla savaş gibi en zor bir yolunu tercih etmeleri, birinci yolda yürümenin imkânsız olduğunun “ıslak imzalı” açık belgesidir.

i) “Hem Kur’anın dostları, Kur’ana benzemek ve taklid etmek şevkiyle ve düşmanları dahi Kur’ana mukabele ve tenkid etmek sevkiyle o vakitten beri yazdıkları ve yazılan ve telahuk-u efkâr ile terakki eden milyonlar Arabî kitablar ortada geziyor. Hiçbirisi ona yetişemediğini, hattâ en âmî adam dahi dinlese, elbette diyecek: Bu Kur’an, bunlara benzemez ve onların mertebesinde değil. Ya onların altında veya umumunun fevkinde olacak. Umumunun altında olduğunu dünyada hiçbir ferd, hiçbir kâfir, hattâ hiçbir ahmak diyemez. Demek mertebe-i belâgatı umumun fevkindedir.” (Nursi, Sözler, s. 446)

Kur’an-ı Kerim’in meydan okuması karşısında elbette kâfirlerin büyük çoğunluğu oluşturduğu kamuoyunun kanaati önemlidir. Çünkü Mekke’de inen ve daha iki elin parmakları kadar olan Müslümanların olduğu bir ortam vardır. Şayet onlar böyle bir kamu oluştursalardı savaşsız zafer kazanacaklardı.

Demek bunu başaramadılar.

– Meşhur Arap dil uzmanı Cahız’ın dediği gibi: “Muaraza-i bilhuruf mümkün olmadı, muharebe-i bissüyufa mecbur oldular…” (Suyûtî, el-İtkan fî Ulûmi’l-Kur’ân, 2:1004).

Yani; harflerden meydana gelen bir kitabı yazarak en kısa yoldan Kur’an’ın bir benzerini ortaya koyarak İslam dinini mağlup etmeleri mümkün olsaydı, bu yolu mutlaka deneyeceklerdi. Bu mümkün olmadığı için dinlerini, haysiyet ve şereflerini korumak için, canları pahasına da olsa kılıçlarını çekip savaşmak zorunda kaldılar.

j) Hem ilm-i belâgatın dâhîlerinden Abdülkahir-i Cürcanî ve Sekkakî ve Zemahşerî gibi binler dâhî imamlar ve mütefennin edibler icma’ ve ittifakla karar vermişler ki:

“Kur’anın belâgatı, tâkat-ı beşerin fevkindedir, yetişilmez.”

Hem o zamandan beri mütemadiyen meydan-ı muarazaya davet edip, mağrur ve enaniyetli ediblerin ve beliğlerin damarlarına dokundurup; gururlarını kıracak bir tarzda der: “Ya bir tek surenin mislini getiriniz veyahut dünyada ve âhirette helâket ve zilleti kabul ediniz.” diye ilân ettiği halde o asrın muannid beliğleri bir tek surenin mislini getirmekle kısa bir yol olan muarazayı bırakıp, uzun olan ve can ve mallarını tehlikeye atan muharebe yolunu ihtiyar etmeleri isbat eder ki, o kısa yolda gitmek mümkün değildir. (Sözler, s. 446)

Kaynak: Sorularla İslamiyet

Ayrıca aklına takılan sorular veya merak ettiklerin için Sözler Köşkü YouTube kanalımıza göz atabilirsin.

Bazı Merak Edilen Sorular:

TEHECCÜD NAMAZI ÖNCESİNDE UYUMAK ŞART MI?

NAMAZ KILARKEN, TAKKE ALNIMIZI KAPATTIĞI HALDE SECDE ETMEMİZ NAMAZI BOZAR MI?

“NASIL YAŞARSANIZ ÖYLE YÖNETİLİRSİNİZ.” SÖZÜNÜN KAYNAĞI VE TOPLUM İÇİN ÖNEMİ NEDİR?

KIBLE YÖNÜNÜ BİLMEYEN KİMSE, NAMAZINI NASIL KILMALIDIR?

ZEVAL VAKTİ NEDİR?