Peygamberimiz (sav)’in misafiri hiç eksik olmazdı. Uzaktan yakından pek çok misafiri gelirdi. Bazı devlet ve kabilelerden özel ve resmi heyetler gelir, günlerce kalırlardı. Peygamberimiz (sav) bu misafirlerle bizzat ilgilenir, ağırlar, hizmetlerini görürdü.

Habeşistan’dan gelen heyete bizzat Peygamberimiz (asm) hizmet etti. Sahabîler,

“Siz bırakın, yâ Resulallah, hizmeti biz görürüz.” dediler. Peygamberimiz (asm),

“Onlar daha önce bizim arkadaşlarımıza ikram etmişlerdir. Şimdi ben de bu hizmetlerinin karşılığını vermekten zevk duyuyorum.” buyurdu.

Taif’ten gelen Sakif heyetini, mescitte misafir etti, ağırladı. Yine hizmetlerini kendisi gördü. Daha sonra onlar hep beraber Müslüman olarak yurtlarına döndüler.

Ayrıca Peygamberimiz (sav)’in kendi evi misafiri kabule müsait olmadığı zamanlar, Ensardan Remle ile Ümmü Şerik’in evi misafiri ağırlamak için kullanılıyordu. Bu kadınlar iyiliksever, cömert kimselerdi. Bazen gelen misafirler o kadar çok olurdu ki, hizmetlerini rahatça görmek için böyle misafir evlerine taksim edilirdi.

Peygamberimiz (sav) misafir konusunda din ayırımı yapmazdı. Herkese aynı yakınlık ve iyiliği yapar, aynı nezaket ve anlayışı gösterirdi.

Ebû Basra Peygamberimiz (sav)’in bu tarafını şöyle anlatır:

“Ben Müslüman değildim. Resulullaha misafir oldum. Geceleyin kalktım, bütün keçileri sağdım, sütlerini içtim. Böylece Resulullah’ı ve ailesini aç bıraktım. Fakat Resul-i Ekrem bana hiçbir şey demedi.”

Yine Ebû Hüreyre’nin anlattığına göre, bir gün Peygamberimiz (sav)’e bir müşrik misafir oldu. Peygamberimiz (sav) süt ikram etti, içti. Bir daha ikram etti, onu da içti. Resulullah (sav)’ın bu ikramı karşısında duygulanan bu müşrik sabahleyin Müslüman oldu.

Fakat Peygamberimiz (sav)’in devamlı misafirleri, mescidin yan tarafında ikamet eden, evi barkı, çoluk çocuğu olmayan fakir sahabîlerin oluşturduğu Suffe Ashabı idi. Hatta Peygamberimiz (sav) onları kendi aile fertleri gibi görürdü. Onların eğitim ve öğretimlerini üzerine aldığı gibi, geçimlerini de kendisi karşılardı.

Peygamberimiz (sav)’in ancak dört kişinin taşıyabileceği büyüklükte bir kazanı vardı. Öğle vakti olunca bu kazan getirilir, yemek yapılır, Suffe Ashabı onun etrafına dizilir, Peygamberimiz (sav) ile birlikte ondan yerlerdi. Hatta bazen o kadar kalabalık olurdu ki, Peygamberimiz (sav) oturmaya yer bulamaz, çömelirdi.

Peygamberimiz (sav) bazen Suffe Ashabını kendi evinde de ağırlardı. Bir gün Suffede bulunan sahabîleri Hz. Âişe (r.anha)’nin evine götürdü. Hz. Âişe validemize evde ne varsa getirmesini söyledi. Yemek yenildikten sonra, varsa bir miktar daha getirmesini söyledi. Hurma ve süt geldi. Onları da yediler. Böylece Peygamberimiz (sav) onları bizzat evinde kendisi ağırladı.

Bazen Peygamberimiz (sav)’in çok sayıda misafiri olurdu. Peygamberimiz (sav) evde ne var, ne yoksa misafirlere ikram eder, kendileri ve ev halkı geceyi aç olarak geçirirlerdi. Peygamberimiz (sav) geceleri uyanır, misafirlerin bir ihtiyacının bulunup bulunmadığını sorardı. Misafiri yolcu edinceye kadar her türlü ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırdı.

Bir gün Peygamberimiz (sav)’in bir misafiri geldi. Yorgun ve çok fakir olduğunu söyledi. Peygamberimiz (sav) hanımlarının birisinin evine haber gönderdi. Hanımı;

“Yâ Resulallah, seni Hak Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, evde sudan başka bir şey yoktur.” dedi.

Sonra başka bir hanımına gönderdi, ondan da aynı cevabı aldı. Neticede anlaşıldı ki, Peygamberimiz (sav)’in hanımlarının hiçbirisinin evinde yiyecek yoktur.

Sonra Peygamberimiz (sav) sahabîlere;

“Kim bu adamı bu akşam misafiri olarak kabul ederse Allah ona rahmet etsin.” buyurdu.

Bunun üzerine Ensardan bir zat kalktı. Kendisinin misafir edebileceğini söyledi ve misafiri aldı, evine götürdü. Hanımına:

“Evde yiyecek bir şey var mı?” diye sordu.

“Çocukların yiyeceğinden başka bir şey yoktur.” cevabını aldı. Hanımına,

“Çocukları bir şeyle oyala. Yemek isteyecek olurlarsa uyut, misafirimiz yemek yiyeceği zaman kalk, lâmbayı söndür. Tâ ki kendisiyle birlikte yemek yediğimizi göstermiş olalım.”

Sofraya oturdular. Misafir yemeğini yedi. Kendileri de yer gibi yaptılar, fakat aç olarak gecelediler.

Ev sahibi sabah olunca Peygamberimiz (sav)’in huzuruna geldi. Peygamberimiz (sav) kendisine şu müjdeyi verdi:

“Sizin yaptığınız bu güzel işten dolayı Allah her ikinizden de razı oldu.”

Dilimizde misafirperverlik kelimesi vardır. Misafiri sevmek, ağırlamak, yedirip içirmek, ihtiyaç ve istirahatını temin etmek hem sünnet, hem de millî bir gelenek halinde içimizde yaşamaktadır. Bunun kaynağı ise Peygamberimiz (sav)’in tavsiye ve teşvikleridir.

Misafiri sevmek, onu ağırlamak imanın bir görüntüsü ve alâmetidir. Bir insanda iman ne kadar güçlü ise misafire olan yakınlığı da o nisbette artar.

Ebû Hüreyre’nin rivayetine göre Peygamberimiz (sav) şöyle buyurdular:

“Allah’a ve âhiret gününe iman eden misafirine ikram etsin.”

“Allah’a ve âhiret gününe iman eden akrabasını görüp gözetsin.”

“Allah’a ve âhiret gününe iman eden ya hayır söylesin yahut sussun.”

Hazret-i Peygamber (sav), hem ebedî risâletin sahibi, hem İslâm devletinin başkanı ve hem de İslâm orduları başkomutanı idi. Bu sebeple İslâm başkenti Medine’ye gelen her seviyeden ve her inançtan fertler ve topluluklar gibi elçiler yani diplomatik misafirler de öncelikle Hz. Peygamber (sav)’in misafiri idiler.

Kaynakların belirttiklerine göre, Araplar, harp-sulh gibi önemli konularda Kureyş kabilesini takip ediyorlardı. Çünkü Kureyş’i üstün kabul ediyor ve onların tavırlarına göre kendilerini ayarlıyorlardı. Kureyş’in düşman olduklarına düşman, dost olduklarına dost oluyorlardı. Kureyş’in kabullerini onlar da benimsiyorlardı. İslâm karşısında da aynı şekilde davranıp Kureyş’i izliyorlardı.

Kureyş’in İslâm’a karşı verdiği amansız mücâdeleye rağmen, Mekke’nin, Müslümanlar tarafından fethi gerçekleştirildikten yani Kureyş’in tam anlamıyla İslâm ordusuna boyun eğdiği kesinleştikten sonra, çevredeki Arap kabileleri, artık zaman kaybetmenin anlamının kalmadığı düşüncesiyle Medine’ye elçiler ve heyetler göndermeye başladılar.

İslâm Tarihinde “Âmu’l-Vüfûd (elçiler yılı)” diye bilinen günler, Mekke fethi sonrasına rastlayan özellikle hicrî dokuzuncu yıldır. Tebük Seferi’nden dönüldükten ve Sakif kabilesi Müslüman olduktan sonra Medine çok yoğun bir diplomatik trafik yaşadı. Uzak-yakın yer ve yörelerden insanlar Hz. Peygamber (sav) ile görüşmek, Müslüman olmak ya da bazı şartlarla antlaşmalar yapmak üzere Medine’ye akın ettiler. O günlerde Medine’de, Yüce Kitabımızın 110. Nasr sûresinde:

“Allah’ın yardımı ve zaferi gelip de insanların bölük bölük Allah’ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit…”

diye bildirmiş olduğu günler ve olaylar yaşanıyordu.

A. DİPLOMATİK MİSAFİRLERİN AĞIRLANMASI

Biz burada sadece yabancı devlet elçilerini değil, geliş amaçlarına bakmadan, Arap kabilelerinin temsilcilerini ve değişik yörelerden muhtelif milletleri ve dinleri temsilen gelen kişi ve heyetleri “diplomatik misafir” olarak değerlendireceğiz. Çünkü yakın plândan tetkik edildiği zaman, bütün bu insanların o günün şartlarında bir çeşit diplomatik misyon üstlendikleri anlaşılmaktadır.

1. Ağırlama

Diplomatik misafirlerin ağırlanması ile diğer misafirlerin ağırlanması arasında, temelde hiçbir fark görülmemektedir. Elde mevcut ne varsa onunla ağırlanıyorlardı. Benî Hanife heyetinin ağırlanması anlatılırken kendilerine Remle binti Hâris’in evinde, sabah akşam bir defasında ekmek ve et, bir defasında ekmek ve süt, bir defasında ekmek ve yağ verildiği kaydedilmektedir. (İbn Sad, Tabakât, I, 316)

Heyetlerin misafirlik süresi aynı değildi. Örneğin üç gün kalıp gidenler olduğu gibi 15-20 gün kalan heyetler de oluyordu. Kaç gün kalırlarsa kalsınlar elçiler tam bir din ve vicdan hürriyeti ve hareket serbestisi içinde bulunuyorlardı.

Meselâ, Necrân elçileri, geldikleri gibi Hristiyan olarak dönüp gitmişlerdir. Hiçbir diplomatik misafiri baskılamamış ve misafire zarar verilmemiştir, hatta peygamberlik iddiasında bulunan yalancı Müseyleme’nin, mürted olduklarını itiraf eden iki elçisine bile dokunulmamıştır. Hz. Peygamber (sav) onlara:

“Allah’a yemin ederim ki, elçilerin dokunulmazlığı olmasaydı sizin boyunlarınızı vurdururdum.” (Ebû Dâvûd. Cıhâd 154)

demekle yetinmiştir. Bilindiği gibi bu durum, “Elçiye zevâl olmaz” cümlesiyle kültürümüzdeki yerini almıştır.

2. Ağırlama Yerleri

İlk İslâm başkenti Medine’ye gelen elçiler ve heyetler, ya bu iş için tahsis edilmiş evlerde, ya Mescid’in avlusuna kurulan özellikli çadırlarda yada bazı sahâbilerin yanında misafir edilir ve ağırlanırlardı.

Yedi kişiden oluşan Selâmân kabilesi heyeti, Medine’ye geldiklerinde Hz. Peygamberi (sav) Mescidin önünde bir cenazeye gitmek üzereyken buldular. Kendilerini tanıtıp Müslüman olduklarını bildirmek için geldiklerini söylediler. Daha sonra Hz. Peygamber (sav), hizmetçisi Sevbân’a: “Bunları, elçilerin ağırlandığı yerde ağırla!” buyurdu ve gitti. Sevbân onları, Arap heyetlerinin bulunduğu, hurmalık içinde geniş bir eve götürdü. Bu ev, Remle binti Hârisin eviydi. (İbn Sad. Tabakât I. 332) Remle’nin evi, diplomatik misafirlerin çoğunun ağırlandığı “devlet konuk evi” konumundaydı. Bununla birlikte Remle’nin evinin, Hz. Ebû Bekir (ra)’in hilafetinde de misafiri ağırlamak için kullanıldığı bilinmektedir.

Bunun yanında, muhacirlerden birinin Medine’de yaptığı ilk ev olması sebebiyle “büyük ev” diye anılan Abdurrahman İbni Avf’ın evi de “Resûlullahın misafirlerinin ağırlandığı” yerlerden biriydi. Hatta buraya “Misafirler evi”de denirdi. (bk. Kettânî, et-Terâtibu’l-İdâriyye (trc. A. Özel), II, 202) Ezd kabilesi elçileri de Ferve b. Amrin evinde ağırlanmıştı. (İbn Sad, Tabakât, I, 338; Koksal, İslâm Tarihi, x. 115)

On dört kişiden oluşan meşhur Necran Hristiyanları temsilcilerini Hz. Peygamber (sav), Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin evinde misafir etmiştir. (İbn Sad, Tabakât, I, 357-8)

Öte yandan bazı kabile heyetleri, akrabalarından Medine’de olanların yanında, onların misafiri oluyorlardı. (bk. İbn Sâ’d, Tabakât, I, 328; Köksal, a.g.e., x, 134)

Tebük Seferi dönüşünde Ramazan ayında, Medine’ye gelen Sakif Kabilesi elçileri, Kur’ân dinlemeleri ve Müslümanları izlemeleri için Mescidin avlusuna kurulan çadırlarda ağırlandılar. Kendilerinin hizmetiyle Halid b. Said b. As ve Bilal el-Habeşî ilgileniyordu. Sakif elçilerinin, bu iki zat tarafından getirilen yiyecekleri, emniyet mülahazasıyla, önce getirenler tatmadıkça yemediklerine bilhassa işaret edilir.

Yine, Ahlaf boyu elçilerinin Benî Mâlik’ten olanları, mesciddeki bir çadırda ağırlanmışlardır. (İbn Sa’d. Tabakât. I, 313)

Hz. Peygamber (sav) Vail b. Hucr’u misafir etmesi için Muaviye b. Ebî Süfyân’a teslim etmiştir. O da onu Harre’de bir evde ağırlamıştır. (İbn Sad, Tabakât, I, 351)

Bazı elçileri ya da misafiri ağırlama işini kendiliklerinden üstlenmek isteyen sahâbiler de olurdu. Hz. Peygamber (sav), uygun gördüklerinin isteklerini olumlu karşılardı. (bk. İbn Hacer. el-İsâbe, II,421; III, 254) Bazılarına da müsaade etmezdi. (Koksal, a.g.e., ıx. 305)

3. Ağırlama İşiyle Görevliler

Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi bilhassa Mescidin yakınında ağırlanan misafirlerin hizmetleriyle Halid b. Said, Bilal el-Habeşî ve Hz. Peygamber (sav)’in hizmetçisi Sevbân meşgul olurdu. Remle binti Hârisin evinde kimler bu hizmeti yürütüyordu; bu konuda herhangi bir isim kaydına muvaffak olamadık.

B. HZ. PEYGAMBERİN DİPLOMATİK MİSAFİRLERLE İLGİLENMESİ

Hz. Peygamber (sav), Medine’ye gelen elçilerle yani diplomatik misafiri ile, sayıları ne olursa olsun ve nereden gelmiş olurlarsa olsunlar, Müslüman olsun veya olmasınlar, kimi temsil ederlerse etsinler, misafiri ile sade ve samimi bir şekilde ilgilenirdi.

Burada hemen işaret edelim ki, gelen heyetler genellikle kabile başkanlarının riyasetindeki kişilerden oluşurdu. Bazan da elçiler sivil kimseler olurdu. Heyetler içinde din bilginleri, şair ve hatipler gibi kültürel seviyesi yüksek insanlar bulunurdu. Bu heyetler genellikle sözlü mesajlarla gelirlerdi. Ancak Hz. Peygamber (sav)’in dine davet mektubu gönderdiği devletlerin elçileri yazılı mesaj getirirlerdi.

Şimdi Efendimiz (sav)’in bu şekilde olan misafiri ile nasıl ilgilendiğine dair kısa tesbitlerde bulunalım.

1. Güzel Giyinmesi

Hz. Peygamber (sav), diplomatik misafirlerin gelişinden herhangi bir şekilde haberdâr olmuşsa, onları güzel elbiseler giymiş olarak karşılardı. Hatta yakın dostlarının da aynı şekilde güzel giyinmelerini isterdi. Cündeb b. Mekîsin bildirdiğine göre: “Kinde heyeti geldiğinde, Hz. Peygamberin üzerinde Yemenî bir elbise (hulle) vardı. Ebû Bekir ve Ömer de onun gibi giyinmişlerdi.” (İbn Sa’d. Tabakât, IV, 346; Kettâni, et-Terâtibu’i-İdâriyye. II, 209) Hatta kendisi de bir elçilik heyetiyle gelip Müslüman olmuş olan nur yüzlü sahâbî Cerir b. Abdullah diyor ki: “Kendisine Arap heyetleri geldikçe Resûlullah aleyhisselâm bana haber gönderirdi. Ben de elbisemi giydikten sonra yanına varırdım…” (Zehebî, Siyer, II. 382)

Geldiklerini haber vermeyen heyetler, çoğunlukla Hz. Peygamberi (sav) Mescid’de bulurlardı. Onlarla tanıştıktan ve ne maksatla geldiklerini öğrendikten sonra, kendilerinin misafir edilmesini sağlardı. Daha sonra onlarla görüşmelerine devam ederdi.

İşaret edelim ki o günlerin âdeti olduğu halde (bk. S. Müneccıd, en-Nüzumu’d-Diplomasiyye fi’l-İslâm, s. 38, (Beyrut, 1403/1983)). Hz. Peygamber (sav), elçileri görkemli karşılama törenleri ile etkileme gibi sun’î hiçbir yola tevessül etmezdi.

2. Başlarını Okşaması

Hz. Peygamber (sav), aşırı derecede heyecanlı, tereddütlü gördüğü bazı misafirlerinin başını mübârek eliyle şöyle bir sıvazlardı. Böyle bir iltifata mazhar olan kimsenin rahatladığı ve soyu için bu işlemin bir iftihar vesilesi olduğuna dair kayıtlar bulunmaktadır.

3. Evine Davet Etmesi

Hz. Peygamber (sav) kendisine gelen Adiy b. Hâtem’in elini tutmuş, evine davet etmiş; evde içi hurma lifiyle doldurulmuş tek minderi Adiy’in altına sermiş, kendisi kuru yere oturmuştur. Adiy ile konuşmuş, tereddütlerini tek tek saymış, sorularını cevaplamış, İslâm’ın gelecek parlak günlerini haber vermiş, onu İslâm’a davet etmiştir. Bir ara Adiy’in bizzat kendi inancına göre haram olan uygulamasını ona hatırlatmış, böylece onun içinde bulunduğu asıl durumu bildiğini, ondan kurtulması gerektiğini belirtmiştir. Adiy, durumundan utandığını, fakat Hz. Peygamber (sav)’in, kendisini utandıran bu durumunu bir daha söz konusu etmediğini de memnuniyetle nakletmiştir.

4. Geleceklerini Önceden Bildirmesi, Misafiri Övmesi

Bütün bunların dışında ve sadece Hz. Peygamber (sav)’in yapabileceği bir ilgi ve iltifat şeklini daha tesbit ediyoruz. O da Sevgili Peygamberimiz (sav)’in bazı zevat hakkında güzel sözler söyleyerek Medine’ye geleceklerini önceden ashabına haber vermesidir. Meselâ biraz yukarıda isminden söz ettiğimiz Cerir b. Abdullah ve Vâil b. Hucr bunlardandır.

Cerir diyor ki: Medine’ye varınca, devemi ıhtırdım, heybemi açıp altlı-üstlü elbisemi giydim ve Mescid’e girdim. O sırada Resûlullah (sav) hutbe irad ediyordu. Kendisine selâm verdim. Cemaat beni göz ucuyla süzüyordu.. Yanımdaki zâta, “Resûlullah beni andı mı, diye sordum.” O da: “Evet, biraz önce, seni güzel bir şekilde andı.” ‘Şu kapıdan, Yemenli, hayırlı bir kimse girecektir. Onun yüzünde melek, melik nişanı vardır.’ buyurdu, dedi. “Ben de Allah’a hamdettim.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned. IV. 359-360, 364; Zehebi, Siyer, II, 380-381; Koksal, a.g.e., x, 101).

Vâil b. Hucr diyor ki: Medine’ye gelince Resûlullah (sav) ile buluşmadan önce onun ashâbı ile görüştüm. “Sen gelmeden üç gün önce Resûlullah aleyhisselâm seni, bize müjdeledi. ‘Vâil size geliyor’ buyurdu” dediler. (Heysemî. Mecmeu’z-zevâid, ıx, 374 17.Kaynakları için bk. Koksal, a.g.e., x, 146-147)

5. Ridâsını Çıkarıp Misafiri Üzerine Oturtması, Minberden Ashâbına Takdim Etmesi

Hz. Peygamber (sav), Vâil b. Hucr ile karşılaşıp merhabalaştıktan sonra üzerinden ridâsını çıkarıp serdi birlikte üzerine oturdular. Müslümanların toplanmasını emretti. Sonra minbere çıktı, misafiri olan Vâil’i de minbere çıkarıp yanında durdurdu. Allah’a hamd ve senâ ettikten sonra şöyle buyurdu:

“Ey Müslümanlar! Bu, Vâil b. Hucr’dur. Size uzaktan Hadramevt’ten, mecbur edilmeden, İslâm’ı özleyerek ve kabul ederek kendiliğinden gelmiştir. Kendisi Kral oğullarının bakiyyesidir.”

Daha sonra; “Allah’ım, Vâil’e, Vâilin oğluna ve oğlunun oğluna mübarek kıl.” diye dua etti. Vâil’in başını eliyle sıvadı. (Kaynakları için bk. Koksal, a.g.e., x, 146-147)

Cerir b. Abdullah, bir gün Hz. Peygamber (sav) ashâbıyla birlikte oturmakta iken yanlarına geldi. Kimse Cerir’e yer açmadı. Daha sonra Hz. Peygamber (sav) üzerindeki ridâsını çıkarıp Cerir’e attı ve “Ey Ebû Amr, al onu, üzerine otur!” buyurdu. Cerir alıp oturdu ve “Ey Allah’ın Resûlü! Senin bana ikram ettiğin gibi Allah da sana ikram buyursun.” diyerek teşekkür etti.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), çevresindekilere şöyle buyurdu:

“Size bir topluluğun kerem ve şeref sahibi büyüğü geldiği zaman, ona ikramda bulunun ve saygı gösterin.” (Zehebi, Siyer, II,381)

6. Kaldıkları Yere Uğrayıp Hal-Hatır Sorması

Hz. Peygamber (sav), misafirhaneye veya mescidin avlusundaki çadırlara yerleştirdiği diplomatik misafirleri ile yakından ilgilenirdi. Sakif elçileri içinde yer alan Evs b. Huzeyfe’nin anlattığına göre, Hz. Peygamber (sav) özellikle yatsı namazını kıldıktan sonra yanlarına gider, onlarla konuşur, Kureyş’ten ve Mekkeliler’den çektiklerini ve Medine’deki gelişmeleri onlara anlatırdı.

7. Misafirlerin Gündeme Getirdiği Her Konuyla İlgilenmesi

Hz. Peygamber (sav)’in diplomatik misafiri arasında çok değişik isteklerde bulunanlar oluyordu. Meselâ, kendisini imtihan etmek için gelenler (bk., Koksal, a.g.e., x, 137), şair ve hatiblerini getirip şiir ve hitabet yarışması yapmak ve yarışma sonucuna göre Müslüman olmaya veya olmamaya karar vermek isteyenler (bk., Köksal, a.g.e., ıx, 32-33). Sakif elçileri gibi, namazdan muaf tutulmaları, Lat putuna dokunulmaması gibi kabulü mümkün olmayan imtiyazlar peşinde koşanlar, Necran Hristiyanları heyeti gibi, işi karşılıklı lanetleşme noktasına kadar vardıran tartışmacılar, kuraklık ve kıtlıktan şikayet edip yağmur duası isteyenler oluyordu. Hz. Peygamber (sav) bütün bu isteklerle ilgileniyor, sorularını cevaplıyor, yarışıyor, tartışıyor, dua ediyor, onlara İslâm’ı anlatıyor, kendi kültürlerinde ya da kitaplarında bulunan esasları açıklıyor, böylece onların doğruyu görmelerini sağlamaya çalışıyordu.

Neticede duruma göre Müslüman olurlarsa, Kur’ân’ı okuma ve İslâm esasları öğretiliyor, kendilerine, arazî bağışları (ıktalar) veya imtiyaz fermanları yazdırılıyor, bazılarına başkan ve imam tayinleri yapılıyordu. Hatta bu yazılardan birinde Benî Bârık’lara verilen yazıda, konumuzla ilgili şu satırlara da rastlamaktayız: “Onlar, harp veya kıtlık sıralarında Müslümanlardan kendilerine uğrayacak kimseleri üç gün misafir etmekle yükümlüdürler.” (İbn Sa’d, Tabakât, I, 352; Köksal, a.g.e., x, 159). Müslüman olmayanlarla da hukukî anlaşmalar yapılıyor, yazılar yazılıyor, emannâmeler veriliyordu.

8. İsimlerini Değiştirmesi

Bu arada şu hususa da işaret edilmesi uygun olacaktır. Hz. Peygamber (sav), tanışma sırasında öğrendiği isimlerden gerek gördüklerini güzelleriyle değiştirir, kişilere özel iltifatlarda bulunurdu. Meselâ Benî Nebhan’ın reisi olan Zeyd hakkında

“Araplardan bana fazileti anılan hiçbir kimse yoktur ki, yanıma gelince onu, hakkında söylenilenlerin altında bulmuş olmayayım. Ancak Zeyd böyle değildir. Ondaki faziletler bana tam olarak ulaştırılmış değildir.”

diye iltifatta bulunmuş ve Zeydü’l-hayl olan adını Zeydu’l-Hayr’a çevirmiştir. (İbn Sa’d, Tabakât, I, 321; Koksal a.g.e., x. 8) Şirk kültürünün tezâhürü olan Abdü’l-uzzâ, Adü’l-lât gibi isimleri Abdullah ve Abdurrahman gibi tevhid inancına uygun mânâlı isimlerle değiştirirdi. Bu işlem, Müslüman olanlar için ayrıca bir ikram kabul edilirdi. Ancak çok nâdiren de olsa, atalarının koyduğu ismin değiştirilmesine sıcak bakmayan diplomatlar da çıkardı.

9. Yol Azığı ve Bahşişler Verilmesi

Elçilere dönüşlerinde yol azığı hazırlanır ve bahşişler verilirdi. Elde mevcut imkânlara göre bu bahşişlerin miktarı az çok değişirdi.

Resûlullah (sav), kendi elçileri vasıtasıyla İslâm’a girmeye davet ettiği kabile başkanı ve hükümdarlara hediye göndermezdi. Onlardan gelen hediyeleri çoğunlukla kabul, nadiren red ederdi. Fakat kendisine gelen elçilere mutlaka hediyeler verirdi. Hatta Tebük’te kendisine gelen Bizans elçisine Hz. Peygamber (sav), “Asıl yerimizde (Medine’de) olsaydık sana hediye verirdim.” diye üzüntüsünü iletti. Bunu işiten Hz. Osman (ra), heybesinden kıymetli bir kumaşı çıkarıp elçiye hediye etmesi için Hz. Peygamber (sav)’e verdi. Hz. Peygamber (sav) Hz. Osman (ra)’ın bu ikramından son derece memnun kaldı. (bk. Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 74-75)

Burada hemen işaret edelim ki, elçilere hediye verme işini Hz. Peygamber (sav) ısrarla tatbik etmiş ve vefatından önce, Müslümanlara şu tavsiyede bulunmuştur:

“Benim kendilerine hediye verdiğim gibi, siz de elçilik heyetlerine hediye verin!” (bk. Buharî, Cihad 176-177; Kettanî, a.g.e., II, 207).

SONUÇ

Hz. Peygamber (sav)’in özellikle diplomatik misafirlerine karşı gösterdiği ilgi ve misafirperverlik, misafirlikte din, dil ve ırk ayrılığının asla neticeye tesir etmediğini göstermektedir. Onun bazı elçi gruplarını Mescide yakın bir yerde, bazılarını da Mescid’de ağırlaması, sırf imkânsızlık sebebine bağlanamaz. Kur’ân dinlemeleri ve Müslümanların ibâdetlerini, beşerî ilişkilerdeki kazandıkları seviyeyi bizzat görmelerini sağlamak, böylece dolaylı yoldan onlara tebliğde bulunmak gibi ulvî bir maksada dayalı olduğu muhakkaktır. Bu sebeple günümüzde de mabed ve mescidlerimizi ziyaret etmek isteyen gayri müslim devlet adamları, diplomatlar ve turistlere usûlü dairesinde kolaylık ve anlayış göstermek, hem vazgeçilemeyecek bir tebliğ imkânı ve görevi hem de -insanî bakımdan- misafirperverlik gereğidir.

Kaydedildiğine göre, Sakif kabilesi elçileri, müşrik oldukları halde Mescid’e girmişlerdi. Müslümanlardan bu durumu yadırgayanlar oldu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), “Yeryüzü hiçbir şeyden kirlenmez.” buyurdu. (Köksal, a.g.e., IX, 303. (Vâkıdî, Meğâzî, III, 964’den naklen)) “Onları, Kur’ân dinleyebilecekleri bir yerde misafir edeceğim.” diyerek (İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd, III. 31; Köksal, a.g.e., ıx. 303-304.) maksadını duyurdu. Müslüman ülke yöneticilerinin böylesi bir amacı gözardı etmemeleri, diplomatik misafirlerini Kur’ân dinleyebilecekleri, Müslümanların ibadetlerini izleyebilecekleri saatlerde mabedleri ziyaret ettirmeleri, Sünnet-i Seniyye’ye uygun bir davranış olacaktır. Bu tür davranışın bir Müslüman için misafire ikram anlamı taşıdığı unutulmamalıdır.

Kendi ülkelerinde daha iyisini, daha kalitelisini bulduktan bir takım müzik, tiyatro ve dış kaynaklı gösterilerle iyi bir misafir ağırlama yapıldığı yanlışı artık terk edilmelidir. Unutulmamalıdır ki, günümüzde siyasal bakımdan Osmanlı’yı kötüleyen dış mihraklar bile, o toplumdaki insanî davranışların ve gördükleri güzel İslâmî muamelenin hâlâ senâkârıdırlar. O halde sırf ticarî amaçlarla değil, Müslümanca düşüncelerle yabancılara gösterilecek Müslüman-Türk nezâket ve misafirperverliği birçok gönlün kazanılmasına, hiç değilse, düşmanlık duygularının ve peşin hükümlerinin değişmesine vesile olacaktır. Bu da Müslümanlar ve Müslümanlık adına bir kazançtır.

Misafirperverliğin uluslararası boyutta böylesi bir “adam kazanma ya da gönül yapma” fonksiyonu bulunmaktadır. Turistlere “yolunacak kazlar” diye değil, “kazanılacak kalpler” diye bakmak, ona göre muamele etmek gerektiği artık birilerince hem anlaşılmalı hem de halkımıza anlatılmalıdır. Kim bilir belki böylece, sırf ticârî amaçlı, ahlâkî içerikten yoksun turizm politikaları yüzünden uğradığımız büyük değer kayıplarını bir ölçüde telafi imkânını buluruz.

Yazımı bu hususun bir başka noktasına dikkat çeken bir olayı anlatarak bitirmek istiyorum:

Hicretin onuncu yılında Medine’ye gelip Müslüman olan Benî Muhârib temsilcileri içinde bir kişi vardı. Hz. Peygamber (sav) ona dikkatle baktı.
Adam:
 “Herhalde beni tanıdınız, ya Resûlallah?” dedi.
Efendimiz:
“Galiba ben seni görmüştüm.” buyurdu.
Adam:
“Evet, sen beni görmüş ve benimle konuşmuştun. Ben ise sana çirkin sözler söyleyerek karşı koymuştum. Olay Ukaz panayırında olmuştu. Sen o zaman Arap kabilelerini dolaşıp İslâm’a davet ediyordun. O zaman arkadaşlarım içinde sana benden daha katı ve kötü davranan olmamıştı. Hamdolsun Allah’a ki, sana inanacak kadar bana ömür verdi. Halbuki o gün benim yanımdaki arkadaşlarım, kendi dinleri üzerinde şirkleri içinde ölüp gittiler.”
Efendimiz:
“Kalbler, Allah’ın dileğine tâbidir, O’nun elindedir.” buyurdu.
Adam:
“Ey Allah’ın Resûlü! Bağışlanmam için dua et!” dedi.
Efendimiz:
“Müslüman olmak, önceki günahları ortadan kaldırır!” buyurdu. (bkz, Köksal, İslâm Tarihi, (Medine devri) x, 324-325)

Sonuç olarak biz de yazımızın bitiminde, şimdiye kadar Ebedî Risâlet Sahibi’nin davetine uymamış, karşı çıkmış olanların tümüne birden bir kez daha seslenerek, “İslâmiyet, geçmiş günahlara kefârettir.” diyor, daha fazla geç kalmanın kimseye bir yararı olmayacağını hatırlatıyoruz. Çağrımız, Ebedî Risâlet’in çağlar üstü diplomatik çağrısıdır: “İslâm ol, kurtul!” (Buharî, Bedu’l-Vahy 6; Cihad 102; Müslim, Cihâd 74; İbn Mâce, Mukaddime 10).

Kaynak: Sorularla İslamiyet

Ayrıca aklına takılan sorular veya merak ettiklerin için Sözler Köşkü YouTube kanalımıza göz atabilirsin.

Bazı Merak Edilen Sorular:

BANKALARDA GÜVENLİK GÖREVLİSİ OLARAK ÇALIŞMAK CAİZ MİDİR?

ÇALIŞMADIĞI HALDE, KENDİSİNİ ÇALIŞIYOR GÖSTEREREK SİGORTALI OLMAK GÜNAH MI?

MÜSLÜMANIN KİLİSEDE ÇALIŞMASININ HÜKMÜ NEDİR?

BİLMEMEK MAZERET MİDİR? ÖĞRENMEDEN ÖMÜR GEÇİRMEK GÜNAH MI?

İNSAN VE HAYVAN FOTOĞRAFLARI GİYİLİR Mİ?