Mevlana, 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan’ın Belh şehrinde doğmuştur. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala’nın kızı Gevher Hatun ile Karaman’da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna’nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun’u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna’nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.

Sultânü’I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna’nın çevresinde toplandılar. Mevlâna’yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi’nde vaazlar veriyordu.

Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems’de “mutlak kemâlin varlığını” cemalinde de “Tanrı nurlarını” görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü. Mevlâna, Şems’in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkûbî ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî’nin yerini doldurmaya çalıştılar.

Yaşamını “Hamdım, piştim, yandım.” sözleri ile özetleyen Mevlâna, 17 Aralık 1273 Pazar günü Hakk’ ın rahmetine kavuştu. Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah’a kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen “Şeb-i Arûs” diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.

Her türlü kemale erişi aşkta gören Mevlana’nın bütün eserleri aşka dairdir. Zira aşk hayatın aslıdır, özüdür. Kainatın yaratılış sebebi aşktır. ‘Sen olmasaydın bu gökleri yaratmazdım.’ kudsi hadisiyle; varlık alemlerinin yaratılmasındaki yegane maksadın, Cenab-ı Hakk’ın Hazreti Peygambere (asm) duyduğu sevgi olduğu belirtilir. Mademki varlığın mayası aşktır, aşkın en ileri noktası olan Allah aşkı ve muhabbeti her şeyin üzerinde değere sahiptir. Mevlana bu düşünceden hareketle, binlerce beyitte ilahi aşkı söylemiştir. Onun aşka dair düşüncelerini dört grupta toplamak mümkündür. Akıl ve aşk mukayesesi, aşkın üstünlüğü ve değeri, fanilere duyulan aşkın geçersizliği, aşktan nasibi olmayanların zavallılığı.

Mana Padişahı Mevlana’ya göre akıl ve ilim, gayb aleminin gerçeklerini kavramada yetersizdir. Bunlar insanı bir noktaya kadar götürür, ancak hedefe ulaştıramaz. Fakat insan aşktan kanatlara sahipse, ilim ve aşkın hayal edemeyeceği kadar yücelir.

Aşk yüzünden elbisesi yırtılanın, hırstan ve ayıptan temizlendiğini, aşkın bütün hastalıkların hekimi, kibir ve azametin ilacı olduğunu, topraktan yaratılan bedenin aşkla yüceldiğini söyleyen Mevlana; insanların hırs, tamah, kibir, kıskançlık ve kin gibi kötü huylardan, ancak İlahî aşk ile arındığını belirtmek ister. Toplumda İlahî sevgi ile manevi alemi tanıyanlar çoğunlukta olursa aksaklıklar düzelir, huzur hakim olur. Diğer yandan insanın dünyadaki geçimi için bir sanat öğrendiği gibi, ahireti kazanmak için de bir sanat öğrenmesi, bu din sanatının, kazancının da aşk olduğu öğütlenir. 

Yaradılışın özünü ve insanın fani benliğinden yükselişini aşkta bulan Mevlana; aşksız geçen ömrü, ömür saymaz:

“Baht sana yar olur, yaver kesilirse;
Aşk, seninle işe güce girişir.
Aşksız ömrü hesaba sayma;
O sayıdan dışarda kalacaktır çünkü…” (Mecali-i Saba, 43).

Kaynak: Sorularla İslamiyet

Ayrıca aklına takılan sorular veya merak ettiklerin için Sözler Köşkü YouTube kanalımıza göz atabilirsin.

Bazı Merak Edilen Sorular:

MÜRŞİD-İ KÂMİL NEDİR? KİMLER MÜRŞİD-İ KAMİL OLABİLİRLER? MÜRŞİD-İ KAMİLDE OLMASI GEREKEN VASIFLAR NELERDİR?

HER ŞEYDE BİR HAYIR VARDIR SÖZÜ DOĞRU MUDUR?

TİKTOK’TAN KAZANILAN PARA HELAL Mİ?

HAYIZLI KADIN İLE CİNSEL İLİŞKİNİN SINIRLARI NELERDİR?

İSLAM SOSYAL HAYATTA KADININ ÇALIŞMASINI UYGUN BULMUYOR MU?