Değerli kardeşim,

Veysel Karani Hazretleri olarak bilinen zat, sahabi değildir. Rasulullah (asm), zamanında yaşayıp Müslüman olduğu halde, onu görme fırsatına kavuşamayan kimselerdendir.

Muhaddisler, Hz. Peygamber (asm) devrinde Müslüman olarak yaşamış oldukları halde onu göremeyen kimseler için “Muhadramun” sıfatını kullanmışlardır. İmam Müslim, Irakî ve Suyûtî, bunlardan bilinen ve meşhur olanlarının bir kısmını tesbit etmişlerdir. Veysel Karanî adıyla şöhret bulmuş olan Üveys bin el-KaranîKadı Şüreyh bin el-Haris, Alkame bin Kays ve Ka’b el-Ahbâr bunlardan bazılarıdır. (bk. Sahih-i Buharî Tecrîd-i Sârih, tercümesi, Ankara 1980, I, 33-34).

Sahabe-i kiramdan birçok zatla görüşen Üveys, hem tâbiinin büyüklerinden hem de müslümanların hayırlılarından sayılmıştır. (İbnü’l-Esir, Üsdül-Gabe, 1/179; Ahmed b. Hanbel, Kitabu’z- Zühd, s. 344)

Uveys el- Karani, Peygamber Efendimiz (asm) zamânında yaşamış büyük bir velîdir. İsmi Üveys bin Âmir el-Karnî’dir. Yemen’in Karn köyünde doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 657 (H.37) târihinde şehîd edildi. Peygamber Efendimizin (asm) sağlığında Müslüman oldu. Fakat görmediği için Sahâbî olamadı. Peygamber Efendimiz (asm) zamânında Medîne’ye gelmedi. Tâbiînin büyüklerinden olduğu hadîs-i şerîfte bildirildi. Hazret-i Ömer (ra)’in halîfeliği sırasında Medîne’ye geldi. Çok alâka ve hürmet gördü. Önceleri kendi memleketi Yemen’de yaşadı. Sonra Basra’ya gitti.

Veysel Karânî Hazretleri, Yemen’de iken deve güder, geçimini onunla temin ederdi. Geçimi, yaşaması pek sâdeydi. Hasta, âmâ ve ihtiyar annesinden başka kimsesi yoktu. Güttüğü develer için belli bir ücret istemez, ne verirlerse kabul ederdi. Fakir olanlardan hiç ücret almazdı. Aldığının yarısını sadaka olarak fakirlere dağıtır, kalanını da kendi ihtiyaçlarına ve annesine harcardı.

Müslüman olduktan sonra bütün ömrü boyunca Sevgili Peygamberimizin (asm) aşkı ile yanıp tutuştu. Bir an bile Rabbini unutmadı. Kulluğunda o dereceye yükseldi ki, her hâli, her hareketi ve her sözü insanlara ibret ve nasîhat oldu. Kimseden incinmemiş ve kimseyi incitmemiştir. Onun en önemli vasfı; Peygamber Efendimize (asm) olan aşkı, ibâdete canla başla devâmı ve annesine saygısıdır. Annesine çok hizmet edip, hayır duâsını aldı. Resûlullah Efendimizi (asm) görmeği çok arzu ediyordu. Defâlarca Peygamber Efendimizi (asm) görmek için annesinden izin istedi. Annesi, kendisine bakacak kimsesi olmadığı için izin veremedi.

Peygamber Efendimiz (asm);

“Üveys-i Karnî, ihsân ve iyilikte Tâbiînin hayırlısıdır.” buyurdu. (İbn Hacer, el İsabefi Temyizsi’s-Sahabe, 1/115)
 

Resûlullah Efendimiz (asm), zaman zaman mübârek yüzünü Yemen tarafına döndürür ve; “Yemen tarafından rahmet rüzgârı estiğini duyuyorum.” buyururdu.

Ümmetimden bir kimse vardır ki, Rebî’a ve Mudar kabîlelerinin koyunları kıllarının adedince kişiye kıyâmette şefâat edecektir.” buyurdu. Arabistan’da bu iki kabîlenin koyunları kadar kimsenin koyunu olmadığı söylenmiştir. Eshâb-ı kirâm;

“Yâ Resûlallah, bu kimdir?” dediler. Peygamber Efendimiz (asm);

Allah’ın kullarından biri.” buyurdu.

“Biz hepimiz kullarız, ismi nedir?” dediler.

Üveys.” buyurdu.

“Nerelidir?” dediler.

Karnlıdır.” buyurdu.

“O sizi gördü mü?” dediler.

Baş gözü ile görmedi.” buyurdu.

“Hayret, size bu kadar âşık olsun da, hizmet ve huzûrunuza koşup gelmesin!” dediler.“İki sebepten: Biri hallerine mağlubdur. İkincisi ise benim dînime bağlılığından dolayıdır. İhtiyar bir annesi vardır. Îmân etmiştir. Gözleri görmez, el ve ayakları hareket etmez. Üveys gündüzleri deve çobanlığı yapar, aldığı ücreti kendisinin ve annesinin nafakasına harcar.” buyurdu.”Biz onu görür müyüz?” dediler. Hazret-i Ebû Bekr’e;

“Sen onu kendi zamânında göremezsin.” Ama Hazret-i Ömer ve Hazret-i Ali’ye; “Siz onu görürsünüz. Sol böğründe ve avucunun içinde bir gümüş miktarı beyazlık vardır. Bu baras hastalığı beyazlığı değildir. Ona varınca, benim selâmımı söyleyin ve ümmetime duâ etmesini bildirin.” buyurdu.

Veysel Karânî Hazretleri gece-gündüz ibâdet ve tâatle vakit geçirirdi. Kendini halktan gizlerdi. İlk zamanlar herkes ona dîvâne gözü ile bakıyordu. Sonradan onun büyüklüğünü anladılar, çok ikrâm ve hürmet göstermeye başladılar. Bunun üzerine, annesinin vefâtından sonra Karn köyünden çıkıp Kûfe şehrine gitti.

Peygamber Efendimizin (asm) vefâtı yaklaşınca, “Hırkanızı kime verelim?” dediler. “Üveys-i Karnî’ye verin.” buyurdu. Resûlullah (asm)’ın vefâtından sonra Hazret-i Ömer ile Hazret-i Ali Kûfe’ye geldiklerinde, Ömer (radıyallahü anh) hutbe esnasında; “Ey Necdliler, kalkınız!” buyurdu. Kalktılar. “Aranızda Karn’dan kimse var mıdır?” buyurdu. “Evet.” dediler ve birkaç kişiyi ona gönderdiler. Hazret-i Ömer, onlardan Üveys’i sordu. “Biliyoruz. O, sizin bildiğinizden pek aşağı bir kimsedir. Dîvânedir, akılsızdır ve insanlardan kaçar bir hâli vardır.” dediler. “Onu arıyorum, nerededir?” buyurdu. “Arne vâdisinde develerimize çobanlık yapmaktadır, biz de karşılığında ona akşam yiyeceği veririz, saçı-sakalı karışıktır, şehirlere gelmez, kimse ile sohbet etmez, insanların yediğini yemez; üzüntü ve neşe bilmez. İnsanlar gülünce, o ağlar; insanlar ağlayınca o güler.” dediler. “Onu arıyorum.” buyurdu.

Sonra Hazret-i Ömer’le Hazret-i Ali, onun olduğu yere gittiler. Onu namaz kılar gördüler. Allah Teâlâ, develerini gütmesi için bir melek vazifelendirmişti. Namazı bitirip selâm verince, Hazret-i Ömer, kalktı ve selâm verdi. Selâmı aldı. Hazret-i Ömer; “İsmin nedir?” diye sordu. “Abdullah, yâni Allah’ın kulu.” dedi. “Hepimiz Allah’ın kullarıyız; esas ismin nedir?” diye sordu. “Üveys.” dedi. “Sağ elini göster.” buyurdu. Gösterdi. Hazret-i Ömer; “Peygamber Efendimiz size selâm etti. Mübârek hırkalarını size gönderip; “Alıp giysin, ümmetime de duâ etsin.” diye vasiyet buyurdu.” dedi.

“Yâ Ömer! Ben zayıf, âciz ve günahkâr bir kulum. Dikkat buyur, bu vasiyet başkasına âid olmasın?” deyince; “Hayır yâ Üveys, aradığımız kimse sensin. Peygamber Efendimiz (asm) senin eşkâlini ve vasfını belirtti.” cevâbını verdi.

Bunun üzerine, Hırka-i şerîfi hürmetle aldı, öptü, kokladı, yüzüne gözüne sürdü. Sonra; “Siz burada bekleyin.” dedi. Yanlarından ayrıldı. Biraz ileride hırkayı yere bırakıp, yüzünü yere koydu. Cenâb-ı Hakk’a şöyle duâda bulundu:

“Yâ Rabbî! Sevgili Peygamber Efendimiz (asm), ben fakir, âciz kuluna Hazret-i Ömer ve Hazret-i Ali ile Hırka-i şerîflerini göndermiş.” dedi. Günahkâr olan bütün müslümanların affı için duâ etti. Bir çok günahkâr Müslümanın affolduğu bildirilince, Hırka-i şerîfi hürmetle giydi. (Bilgi için bk. Ragıp İsfehani, Hiyetü’l-evliya, 2/82-87; Ahmed b. Hanbel, Kttabu’z-Zühd. s.343 vd.;Şeyh İsmet Efenedi, Risale-i Kudsiye; Üveys El Karnî,)

Kaynak: Sorularla Risale

Ayrıca aklına takılan sorular veya merak ettiklerin için Sözler Köşkü YouTube kanalımıza göz atabilirsin 🙂

Bazı Merak Edilen Sorular:

SAHABELER SÜNNET OLMUŞLAR MIDIR?

SAHABELER ARASINDA GEÇEN SAVAŞLARI NASIL DEĞERLENDİRMEK GEREKİR?CEMEL VAKASINDA ÖLEN SAHABELERİN DURUMU NEDİR ?

ASHAB-I BEDİR’İN (BEDİR SAVAŞINA KATILAN SAHABELERİN) İSİM LİSTESİNİ TAM OLARAK VEREBİLİR MİSİNİZ?

BİZLER, HİÇBİR ZAMAN SAHABELERİN SEVİYESİNE ULAŞAMAZ MIYIZ?

KUR’AN HATMİ VE HATİM DUASI VAR MIDIR? PEYGAMBER EFENDİMİZ VE SAHABELER YAPMIŞ MIDIR?