Değerli kardeşimiz,

– Allah bazı mantık kurallarına göre hareket ediyorsa, bu beşeri mantık kurallarını göz önünde bulundurduğu için değildir. Bilakis, ezeli hikmeti bunu öngördüğü içindir.

– Hiç bir mantık kuralı ve mantık sahibi yokken Allah bütün varlıkları o hikmet ölçülerine göre yaratmıştır. Dolayısıyla, beşeri mantık kuralları ortada yokken Allah her şeyi o ezeli hikmetine uygun yarattığı gibi, insanın aklını da o aklın ön gördüğü mantık kurallarını da Allah yaratmıştır. 

– Allah’ın mantık kurallarına göre hareket ettiğini kabul etmek, bu kuralların ezeli olduklarını kabul etmek anlamına gelir. Bunun yanlışlığı ortadadır.

– Bununla beraber, Allah’ın sıfatları mütedahil daireler gibi iç içe tecelli eder. Farklı sıfatların farklı tecellileri vardır. Bu farklı tecellilerdeki icraatın farklı olması bir sınırlama değildir.

Mesela, bir varlığı yaratan Allah’ın buradaki ismi Halıktır. Ancak yaratma eylemi, hem ilme, hem hikmete, hem kudrete  hem görmeye, hem takdir etmeye,  hem iradeye ihtiyacı vardır. Onun için bu tek eylemde farklı isim ve sıfatların tecellileri vardır.

Buna göre, bu yaratma eyleminin tahakkuk etmesi için birbirini sınırlayıcı ilahî tecellilerin varlığına ihtiyaç vardır.  Mesela, kudret yaratırken, ezeli ilmin ön gördüğü program çerçevesinde, Mukaddir isminin çizdiği ölçü ve  takdire göre ölçüp biçerek yaratır.  

Fakat bunlar Allah’ı sınırlamaz. 

– Bir misal ile konuyu anlamayı kolaylaştırmakta fayda vardır. Mesela; Yüz kiloyu kaldıracak güce sahip olan bir kimse, gerektiği zaman yalnız bir kiloyu kaldırır(Örneğin evine bir kilo peynir götürür). Bir kiloyu kaldırması, onun yüz kiloyu kaldıracak gücünü sınırlandırmamıştır. Bu fark kudret sahibinin kuvvetini değil, ağırlığı olan nesnenin sınırlandırılmasından ileri gelir. 

Bediüzzaman’ın şu  ifadelerinde konumuza ışık tutan ipuçları bulabilirsiniz.

“Ezel Ebed Sultanı olan Rabb-ül Âlemîn için, rububiyetinin mertebelerinde ayrı ayrı, fakat birbirine bakar şe’n ve namları ve uluhiyetinin dairelerinde başka başka, fakat birbiri içinde görünür isim ve nişanları ve haşmet-nüma icraatında ayrı ayrı, fakat birbirine benzer temessül ve cilveleri ve kudretinin tasarrufatında başka başka, fakat birbirini ihsas eder ünvanları var. Ve sıfatlarının tecelliyatında başka başka, fakat birbirini gösterir mukaddes zuhuratı var. Ve ef’alinin cilvelerinde çeşit çeşit, fakat birbirini ikmal eder hikmetli tasarrufatı var. Ve rengârenk san’atında ve mütenevvi’ masnuatında çeşit çeşit, fakat birbirini temaşa eder haşmetli rububiyatı vardır.”

“Bununla beraber kâinatın herbir âleminde, herbir taifesinde, esma-i hüsnadan bir ismin ünvanı tecelli eder. O isim o dairede hâkimdir. Başka isimler orada ona tâbi’dirler, belki onun zımnında bulunurlar. Hem mahlukatın herbir tabakasında az ve çok, küçük ve büyük, has ve âmm her birisinde has bir tecelli, has bir rububiyet, has bir isimle cilvesi vardır. Yani, o isim herşeye muhit ve âmm olduğu halde öyle bir kasd ve ehemmiyetle bir şeye teveccüh eder; güya o isim yalnız o şeye hastır.”

“Hem bununla beraber Hâlık-ı Zülcelal, herşeye yakın olduğu halde, yetmiş bine yakın nuranî perdeleri vardır. Meselâ: Sana tecelli eden Hâlık isminin mahlukıyetindeki cüz’î mertebesinden tut, tâ bütün kâinatın Hâlıkı olan mertebe-i kübra ve ünvan-ı a’zama kadar ne kadar perdeler bulunduğunu kıyas edebilirsin. Demek bütün kâinatı arkada bırakmak şartıyla mahlukıyetin kapısından Hâlık isminin müntehasına yetişirsin, daire-i sıfâta yanaşırsın.” (Sözler, 332- 333)

Kaynak: Sorularla İslamiyet

Ayrıca aklına takılan sorular veya merak ettiklerin için Sözler Köşkü YouTube kanalımıza göz atabilirsin 🙂