Değerli kardeşimiz,
“Allah, sadece kendisinin rızası için olmayan bir amelden başkasını kabul etmez.” (Nesâî, Cihad, 24)
hadisi gereğince, konuyu birkaç madde halinde açıklamakta yarar vardır:
İbadetin bir şekil yönü bir de battını / iç yönü yönü vardır.
Bilindiği üzere, fıkıh, amellerin ve muamelelerin zahirine bakarak hüküm verir. Onların batınlarıyla, iç kısımlarıyla ilgilenmez.
“İşin zahirine göre hüküm verip, batınını / gizli olan iç durumunu Allah’a havale ederiz.”
prensibine uygun olarak hareket eder. Bunun manası şudur:
Fıkıh, bir farzın ilmen kabul edilen şartlarına bakarak onun sahih olup olmadığına karar verir. İnsanlardan gizli olan işin iç kısmıyla ilgilenmez, ilgilenemez.
Mesela, bir namazın şartlarına uygun kılındığı halinde onun sahih olduğuna karar verir. Fakat bu karar o namazın gizli olan -iyi, kötü- niyet sebebiyle makbul olup olmadığını bilemez ve o konuda hüküm veremez. Hadislerde şirk-i hafi olarak ifade edilen riyakârlığa dikkate çekilmesi, işin fıkhî boyutunu değil, Allah katındaki değerlendirmeye dikkat çekilmiştir.
Mesela, bir insan namazın herhangi bir şartını yerine getirmediği takdirde onu gören bir kadı efendi -şeriatın zahirine bakarak- namazını yeniden kılmasını ister, fakat şartları yerine getirilen bir namazın içinde gösteriş yapıldığını bahane ederek bunu isteyemez.
Nitekim, Hz. Peygamber (a.s.m) tadil-i erkâna riayet etmeyen bazı kimselerin yeniden namazlarını kılmalarını -hatta bunu üç defa kıldırdığını- gösteren rivayetler vardır. Çünkü, burada hükmün zahiri çiğnenmiştir. Halbuki, zahiri şartlarına riayet ederek namaz kılan ve gerçekte namazın farz olduğuna bile inanmayan münafıklardan -onları bildiği halde- namazlarını yeniden iade etmelerini istememiştir. Çünkü, bu konu gizlidir, kişi ile Allah arasında kalan bir sırdır. Bir kadı efendi kalkıp da onlarla “târiku’s-salat / namazı terk edenler” muamelesini göremez.
Ahirette elbette hükmünü Allah verecek ve münafıkların bütün ibadetlerini boşa çıkaracaktır. İşte bazı hadislerde söz konusu edilen ve “Şüphesiz Cenab-ı Allah sadece kendisi için ve kendisinin rızası için olmayan bir amelden başkasını kabul etmez.” manasına gelen rivayetlerin anlamı budur.
İşin özeti şudur: İslam’a göre, gerçekte gizli olarak kâfir olduğu halde dışa yansıyan yüzüyle, lisanıyla “mümin olduğunu söyleyen” kimse, dünyada mümin muamelesini görür. Ahirette ise kâfir muamelesini görür. Şartlarına uygun namaz kılan kimse, dünyada namazını kılmış bir mümin olarak değerlendirilir. Eğer kıldığı bu namazı tamamen gösteriş olarak kılmışsa, ahirette namaz kılmamış kimsenin muamelesini görür. Ebu Hureyre’nin Resulullah (asv)’dan aktardığı bir kudsî hadis-i şerifte bu gerçeğe işaret edilmiştir:
“Allah buyurdu ki; Ben ortakların en zengin tarafıyım. Kim yaptığı bir amelde benimle beraber başkasını da ortak etmişse, onu şirkiyle (bir rivayette ortak koştuğu şerikiyle) baş başa bırakırım.”(Müslim, Zühd, 46).
İmama Nevevî’ye göre, bu hadisten anlaşılan; sadece riyakârlık için ibadet eden kimsenin ameli kabul olmayacak ve sahibi de -sevap kazanması şöyle dursun- günah kazanacaktır.(Nevevî ilgili hadisin şerhi)
İbadetlerin şekil olarak geçerli olması için, o ibadetin farzlarının tam yapılması gerekir. Mesela, namaz kılarken farz olan secde yapılmazsa namaz geçerli olmaz.
Kaynak: Sorularla İslamiyet
Ayrıca aklına takılan sorular veya merak ettiklerin için Sözler Köşkü YouTube kanalımıza göz atabilirsin 🙂
Yorumlar (0)