Değerli kardeşimiz,

Başörtüsü, bir esaret midir?

Başörtüsüne esaret diye bakanların sayısı -şaşılacak bir durum ama- hiç de az değil. Bunu diyenler, başörtülü kadınların hâlihazırdaki durumlarını tasvir ederek bir açıklama getiriyorlar. Diyorlar ki;

 “İşte bakın, başı açık kadınlar üniversite okuyor, bir meslek sahibi oluyor ve kendi ayakları üzerinde duruyorlar. Kocaları ya da babalarının emri altına girmek zorunda kalmıyorlar. Ya başörtülüler? Onlar bunların hiçbirini yapamıyor. Başörtüsü, onları evde yaşamaya mahkûm ediyor. Dolayısıyla başörtüsü bir esarettir.”

Ve şu çağrıda bulunuyorlar:

“Ey başörtülü hanımlar! Siz de başınızdaki örtüyü çıkarın ve özgür olun!..”

İddianın özeti bu. Peki başörtülüler ne diyorlar:

“Biz başörtüsünü dinin bir emri olduğu için takıyoruz. Ve başörtüsünün bizi esir ettiğini düşünmüyoruz. Çünkü biz başörtümüzle evde oturmak değil, üniversitede okumak istiyoruz.”

Nitekim üniversiteye girişte başörtüsü yasağı uygulanmaya başladığından beri, maddi durumu iyi olan başörtülü kızlar, evlerinde oturmayı değil tahsillerine devam edebilmek için yurt dışına çıkmayı tercih ettiler. Bu nasıl bir esaret ki, mağdur ettiği kişinin değil evini, ülke dışına çıkıp tahsil görmesine onay veriyor?

İşin “yaygara” kısmını bir kenara bırakırsak, bunda anlaşılmayacak bir şey yok aslında: Kadınları esir eden, başörtüsü değil başörtüsünü yasaklayanlar ve yasaklanmasını savunan kimse onlardır. Özellikle başörtülü kızların nispi rahatlık döneminde elde ettiği başarı, bu kimseleri fena halde korkuttu. Ve kendi yasakçı zihniyetlerini gizlemek için suçu başörtüsüne atmaya sevk etti.

İlginçtir, tesettür emrinin geçtiği Ahzâb Sûresi’ndeki ifade de “…dış örtülerini üstlerine almalarını söyle.” (Ahzâb, 33/59) şeklindedir. Yani örtünün kadını eve kapattığı iddiası, boş bir iddiadır. Çünkü örtü, esas olarak, mümin bir kadının evinin dışında uyması gereken bir ilâhî emirdir. En önemli hikmeti de kadının serbestçe hareket edebilmesini sağlamaya dönük olmasıdır.

“Mümin hanımlara söyle?”

Tesettürle ilgili bir kafa karışıklığı da, İslâm’ın emrinin bütün kadınları kapsadığı gibi bir izlenim oluşturulmaya çalışılmasından doğuyor. Oysa, hüküm sadece “mümin hanımları” kapsıyor. Ayet, “Mümin hanımlara söyle!” (Nur, 24/31) buyuruyor. Demek ki kadın ile örtü meselesini, “iman faktörü”nü bir kenara bırakıp konuşamayız. Kur’ân, sadece iman etmiş hanımlara örtünmelerini emrediyor. Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine inanan hanımlar, tüm bunlara iman ettikten sonra herhangi bir zorlama olmaksızın örtünme emrine uyarlar. Nitekim on dört asırdır bu böyle olmuş ve bugün de böyle.

Kur’ân’da muhatabın bu şekilde sadece “mümin hanımlar” ile sınırlı tutulması, aslında rahatlatıcı yönde bir ifadedir. Ama vakıa, öyle olmuyor. Çünkü en çok da başörtüsüne veya genel olarak tesettüre karşı olanlar, Müslümanlığı kimseye bırakmıyorlar. Ve “Ne yani, biz Müslüman değil miyiz şimdi?” diye çıkışıyorlar. Haşa, “Ben Müslümanım” diyene “Hayır, sen Müslüman değilsin!” demek kimsenin haddi değil. Ama Kur’ân’da açık bir hüküm varken ve on dört asırdır bu hüküm mümin hanımlar tarafından uygulanmakta iken, “Kur’ân’da örtünme emri yoktur.” demek de kimsenin haddi değil! Neticede din, hatır-gönül ilişkisine dayanan bir kurum değil ki, ona göre aramızda uzlaşmayla keyfî düzenlemelere gidilebilsin. Bununla birlikte, başörtüsünü hafife almak kadar, onu bir tarafgirlik duygusu içinde dinin her şeyiymiş gibi göstermenin de doğru bir tutum olmadığını açıkça ifade etmekten çekinmemeliyiz.

İstatistiklerin dili olsa?

Başörtüsü tartışmalarında dikkati çeken hususlardan biri de, örtünme karşıtlarının dünyanın bugünkü medeniyet seviyesinden çok emin bir duruş sergilemeleridir. İlericilik, çağdaşlık gibi klişe sözcüklerden kurulu gözbağcı bir söylemle, özellikle Batı medeniyetinin bugün içine düştüğü girdap bir okus-pokusla yokmuş farz edilmeye çalışılıyor. Ama Batı toplumlarına ilişkin istatistikler hiç de bu gözbağcı söylemi destekler veriler sunmuyor bugünlerde.

Özellikle Batı toplumlarında “aile” ile ilgili çok önemli bir çöküş yaşanıyor. Arnold Toynbee gibi Batılı düşünce adamları, ailenin çöküşünü Batı medeniyetinin çöküşünün işaretleri olarak okuyor ve kendi toplumlarını bu konuda uyarıyorlar. Bugün AB ülkelerindeki boşanma oranı % 40 civarında. Bu oran, Almanya’da % 52, İngiltere’de % 60, Rusya’da % 65, Belçika’da ise % 75. Avrupa’nın diğer ülkelerinde de çok iç acıcı bir tablo yok bu konuda.

Boşanma, bugün Batı toplumlarında evlenme kadar yerleşik bir olay haline geldi. İki ay önce Avusturya’nın başkenti Viyana’da yapılan “boşanma fuarı”nın ana fikri, boşanmanın tarafların psikolojik bunalıma sürüklenip hayatlarının kalan kısmını bu sıkıntıyla yaşamalarının önüne geçmekti. Anlayacağınız, ‘muasır medeniyet’ bugünlerde, “Madem aileyi ayakta tutamıyoruz, biz de boşanmayı tatsız bir şey olmaktan çıkarırız” hesabında. Bizde ise, onca çalkantıya rağmen, boşanma oranı % 6 civarında seyrediyor.

Burada soru şu: Peki ne oldu da Batı medeniyeti bu noktaya geldi? Şimdi modern düşüncenin öte dünyasız, sadece bu dünya hayatına gözünü dikmiş, bireyci ve bencil tabiatını hesaba katmadan, toplumun temel birimi olarak ‘aile’yi silip yerine ‘birey’i koyduğunu göz önüne almadan, bu bakış açısıyla evlilik gibi bir kurumu bile menfaatlerin çatışma alanına çevirdiğini görmeden, mevcut tabloyu açıklamanın bir imkânı var mı?

Ya, bizim toplumumuzda boşanma oranının onca çalkantıya rağmen % 6 civarında seyretmesini, evlenme konusuna hala iki ayrı insanın ‘ebedi refika’ inancı içinde yaklaşması ve bu samimi inanca yönelecek her türlü güven giderici duruma bir önlem olarak (dinin emri olan) örtünmeye itibar etmesini hesaba katmadan, gerçekten doğru bir şekilde anlayabilir miyiz?

Örtünme yaratılışın gereğidir

Örtünme, insanı zinaya götüren yolları kesen en önemli etkenlerden birisidir. Örtünme fıtridir, yaratılışın gereğidir. Bakınız Bediüzzaman Hazretleri bu meseleyi mealen nasıl izah ediyor:

Örtünme, kadınlar için gayet tabiidir ve fıtratları bunu gerektirir. Çünkü kadınların kendilerini sevdirmeye, nefret ettirmemeye ve aşağılanmaya maruz kalmamaya karşı tabii bir meyilleri vardır. Sonra kadınların % 60-70’i ihtiyarlık ve çirkinlik gibi sebeplerden dolayı kendisini herkese göstermek istemez. Veya kıskançlık sebebi ile kendinden daha güzellere nispetle çirkin düşmemek ister. Tecavüz ve suçlamalardan korktuğundan, saldırıya maruz kalmamak ve kocası nazarında hainlikle suçlanmamak için fıtraten örtünmek isterler.

Malumdur ki, insan sevmediği kimselerin bakışından sıkılır, rahatsız olur. Hem ahlaken bozulmamış güzel bir kadın nazik ve hadiselerden çabucak etkilendiğinden bakışlardan elbette sıkılır, hatta bu dikkatli bakışlardan “Bu alçaklar bizi göz hapsine alıp rahatsız ediyorlar” diye şikâyette bulunan pek çok hanım vardır.

Demek ki, medeniyetin örtünmeye karşı çıkması, bir manada kadınlık âlemine ait tabii ve fıtri kanunlara karşı çıkmasıdır. Halbuki Kur’an örtünmeyi emretmekle birer şefkat âbidesi, sonsuz ve kıymetli bir hayat arkadaşı olabilecek kadınları küçük düşürmekten, aşağılanmaktan, esirlik ve sefillikten kurtarıyor.

Hem kadınlarda yabancı erkeklere karşı fıtraten bir çekingenlik vardır. Çekingenlik ise örtünmeyi gerektiriyor. Ayrıca kadının tabiatı örtünme ile yabancı erkeklerin şehevi arzularını açmamayı ve tecavüze meydan vermemeyi emreder. Bu gibi kötü düşüncelere dur diyecek aşırılıklara set çekecek olan şey, kadının kalesi hükmündeki tesettürüdür.

Günümüzde kadının içinde bulunduğu içler acısı durum, gençlerimizin içine düşmüş olduğu ahlaki bunalım ve bu durumun meydana getirmiş olduğu pek fena yan tesirler, tesettür aleyhinde olanların, örtünme emrine “esirliktir” diyenlerin yüzüne karşı şamar gibi iniyor.

Kadın ve erkek arasındaki gayet şiddetli olan muhabbet ve alaka sadece dünyaya ait bir ihtiyaçtan dolayı kaynaklanmaz. Bir kadın kocasına yalnız dünya hayatına mahsus bir hayat arkadaşı değildir. Ebedi hayatta da kadın yine kocasına ebedi bir hayat arkadaşı olacaktır.

Öyleyse kadının ileride kendisine ebedi bir arkadaş olarak kalmaya devam edecek kocasından başkasına ilgi, alaka ve samimiyet duymaması, kocasından başkasının bakışlarını kendi güzelliğine çekmemesi, kocasını bu hususta darıltmaması ve kıskandırmaması gerekmektedir.

Çünkü mü’min bir kocanın, kendisinde bulunan iman sebebi ile hanımıyla olan alakası yalnız dünya hayatına ve güzellik vaktine mahsus değil ve geçici bir sevgi de değildir. Bu alaka kadının ahirette kocasına ebedi bir hayat arkadaşı olması yönü ile esaslı ve ciddi bir sevgi, bir hürmetle alakalıdır. Hem yalnız gençlik ve güzellik vaktinde değil, belki ihtiyarlık ve çirkinlik zamanında dahi o ciddi sevgi ve hürmeti taşır. Elbette buna karşılık kadının da kendi güzelliklerini kocasının nazarına has kılması ve sevgisini sadece ona göstermesi insanlık gereğidir.

Bir ailenin mutluluğu bey ve hanımın birbirine emniyet duyması, samimi bir hürmet ve sevgi göstermesi ile meydana gelir. Tesettürsüzlük ve açık saçıklık ise bu emniyeti bozar, karşılıklı hürmet ve sevgiyi de kırar.

Neslin çoğalması herkesçe istenen bir şeydir. Hiçbir millet ve idare bunun aksini savunmamıştır. Peygamber Efendimiz,

“Evlenin, çoğalın. Ben kıyamette sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim.” (İbn Mace, Nikâh 1)

buyurmuştur. Halbuki açık saçıklık evlenmeyi çoğaltmıyor, azaltıyor. (Bugün için bazı Avrupa ülkelerinde evlenme primleri verilerek evlilik müessesesinin diriltilmesine çalışıldığı bir gerçektir.)

Üstelik memleketimiz Avrupa’ya kıyas edilemez. Çünkü Avrupa ülkeleri soğuk tabiatlı yerlerdir. Asya âlem-i İslam kıtası ise ona nispeten sıcak memleketlerdir. Bilindiği gibi çevrenin insan ahlakı üzerinde tesiri vardır. Hassas ve alıngan mizaçlı olan sıcak ülke insanlarının şehevi hislerini de devamlı tahrik edecek olan açık saçıklık elbette pek çok suiistimale, israflara ve neslin zayıflığına sebeptir. Bir ayda veya yirmi günde olabilecek fıtri ihtiyaca karşılık her birkaç günde kendini israfa mecbur zanneder. O zaman her ayda on beş gün kadar hayız gibi arızalar münasebeti ile kadına yaklaşmamaya mecbur olduğundan nefsine mağlup ise fuhşiyata da meyleder. (Lem’alar, 24. Lem’a, s. 318-323)

Sonuç

Batı toplumlarında bugün gözüken tablo, bizim yüzeysel çağdaşlaşmacılarımız hoşlanmasa da, açık saçıklığın aile içindeki güven ve saadet ortamını zehirlediğini gösteriyor. Açık saçıklığın insan psikolojisinde yol açtığı etki gereği, sürekli daha güzelini gören gözler, aynı cinsiyet içinde kıskançlık ve çekememezliğe; karşıt cinsler arasında ise gayrimeşru çekimlere sebep oluyor. Bu ise, aile birliğinin ihtiyaç duyduğu sevgi ve güven temelini, kökünden sarsıyor. Böylece toplum genel olarak huzursuzluk ve değersizlik ortamına sürüklenerek, aile kurumunu ayakta tutamayacak bir sefahat ve sukût düzeyine iniyor.

Buna karşılık, nazik bir tabiata sahip olan kadınların, hem kendilerini hem çocuklarını himaye edecek bir erkeğe fıtraten ihtiyaç duymaları ve ‘ebedî bir hayat arkadaşı’ inancı çerçevesinde karı-koca arasında sevgi ve güvene dayalı ilişkinin tesis edilmesi adına örtünmesi ve bunun bir parçası olarak başörtüsü takması, elbette hem onların fıtratına uygundur, hem toplum ahlâkına uygundur, hem de iman edildiği söylenen dinin emridir.

Gerçek medeniyet ölçüleri içinde bakmadan, sadece bir taraf olmanın getirdiği hastalıklı bir ruh haliyle ve sırf “Dinin emridir” diye baştan kesip atmayı marifet bilmek ise ne bilimle, ne izanla, ne hukukla, ne empatiyle, ne de ilerici olmanın temel ölçüsü olması gereken ‘medenîlik’ ile örtüşür.

Kaynak: Sorularla İslamiyet