Değerli kardeşimiz,

Buharî’nin aktardığı bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (a.s.m)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Şehitler beş gruptur. Bunlar: Taun / veba hastalığından ölen, karın ağrısından / iç organlarından muzdarip olarak vefat eden, suda boğulan, bir yıkım altında kalarak can veren ve Allah yolunda şehit olan kimselerdir.” (Buharî, Ezan, 32)

Şüphesiz en büyük şehit Allah yolunda canını veren kimsedir. Fakat, hadiste anlatılan diğer şehit grupları da kendi durumlarına göre ve çektikleri ıstıraplara paralel olarak büyük mükâfatlar alacaklardır. Şehitlik bir nevi veli olmak demektir. Velilerin kırk yılda ibadetlerle ancak ulaştıkları bir mertebeye, Allah yolunda canını veren hakiki bir şehit bazen bir dakikada ulaşabiliyor.

– Şehidin kul hakkı affolunur mu?

Şehidin kul haklarından dolayı sorguya çekilip çekilmeyeceği konusunda âlimler arasında farklı görüşler vardır. Şunu unutmamak gerekir ki, affetmek Allah için çok kolaydır. Yeter ki Onun rızasını kazanmış olalım. Mahşerde kul hakkına muhatap olan bir kişiyi alacaklısıyla barıştırıp ikisini birlikte -el ele tutuşturup- cennete koyduğuna dair hadisler vardır. Yeter ki, biz Rabbimizle barışık olarak hayatımızı devam ettirelim, gerisi kolaydır.

Allah’ın ismini yüceltmek için cihada katılıp hâlis bir niyet taşıdığı halde ölen kimse şehit sayılır. Şehit, fâni hayatını kaybetmesine bedel olarak ebedî hayatta gerçek saadete ermektedir. Şehidin uhrevî mükâfatı hakkında Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyururlar:

“Allah katında şehit olan kimse için altı haslet vardır:

1. Dökülen ilk kanı ile beraber bütün günahları affolunur.
2. Cennetteki makamı kendisine gösterilir.
3. Kabir azabından kurtulur.
4. En büyük korkudan (Cehennem korkusundan) emin olur.
5. Kendisine iman elbisesi giydirilir.
6. Güzel gözlü hurilerle evlendirilir ve akrabalarından yetmiş insan hakkında şefaati kabul olunur.” 
(İbni Mâce, Cihad, 16)

Şehit bu kadar sevap ve ikrama kavuşmakla beraber, üzerinde kul hakkı varsa, o hak durur, hak sahibine hakkı verilmedikçe veya o kimse, şehit olana hakkını helâl etmedikçe bağışlanmaz.

Nitekim sahabîlerden birisi Peygamberimize (a.s.m.) “Ne buyurursunuz, yâ Resûlallah, ben Allah yolunda öldürülürsem günahlarım affolunur mu?” diye sorunca, şu cevabı almıştır:

“Evet, ihlâsla sabrettiğin halde ileri gidip geri dönmemek üzere Allah yolunda öldürülürsen… Ancak borç müstesna. Gerçekten bunu Cebrail bildirdi.” (Müslim, İmare, 112)

Görüldüğü gibi, cihat yolunda kaybedilen bir hayat ancak Allah hakları için keffaret olurken, kul hakları baki kalmaktadır. Çünkü bu meselede bir alacaklının mağdur olması ve sıkıntıya düşmesi bahis mevzuudur. Hak sahibi, hakkından vazgeçmediği ve hakkını ölen kimseye bağışlamadığı müddetçe, ölen kimse ebedî saadeti de kazansa, hesap gününde hak sahibi ile yüz yüze gelecektir.

Karada savaşıp şehit düşen kimse ile deniz savaşlarında şehit düşen mü’min arasında mükâfat bakımından bir farklılık vardır. Deniz şehidi kul haklarından muaf tutulmaktadır. Bu hususta Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.)’in beyanı şöyledir:

“Allah kara şehitlerinin bütün günahlarını bağışlar. Yalnız, borcunu ödememe günahını bağışlamaz. Deniz şehidinin ise bütün günahlarını ve borcunu ödememe günahını da bağışlar.” (İbni Mâce, Cihad: 10)

Hadisin izahında, kul hakkının Allah tarafından affedilmesi şu şekilde açıklanmaktadır:

Deniz şehidinin kullara olan borcunun da bağışlandığına dair bu hadis, alacaklının haklarının zayi edileceği mânâsına gelmemelidir. Çünkü Allah, hiçbir kuluna zulmetmez. Bu durumda Cenab-ı Hak, deniz şehidinin kullara olan borcunu bağışlayınca, alacaklılara da kendi hazinesinden haklarını öder. Ya onların günahlarını affeder veya cennetteki derecesini yükseltir. Böylece şehidi de borçlu durumdan kurtarmış olur.

Kara şehidi ile deniz şehidi arasında farklardan birisi şu olabilir. Kara şehidi herhangi bir âletle yaralanır vefat eder; halbuki deniz şehidi hem yaralanır, hem de denizde boğulma, kendini kurtaramama gibi ikinci bir zahmete katlandığı için sevabı daha çok olmaktadır. Onun bu fedakârane haline Cenab-ı Hak kendi katından vereceği ecirlerle karşılık vermektedir.

Diğer taraftan, gerek borç meselesi, gerekse diğer kul hakları her ne kadar iki kişi arasında geçmiş gibi görülüyorsa da, yukarıda da temas edildiği gibi, Cenab-ı Hak, hak sahibini dünyada rızkına bereket koymak, üzerinden birtakım belâ ve musibetleri uzaklaştırmak gibi hallerle; âhirette ise onun razı olabileceği bir şekilde bağışta bulunmak ve makamını yükseltmekle hakkını zayi etmeyecek, gönlünü alacaktır.

Çünkü şehit hak dâvâ uğrunda canını, ruhunu vermiş, her şeyi bir tarafa bırakarak, sırf Allah’ın adını ve şânını âleme duyurmak için çarpışmış, yaralanmış, vefat etmiştir. Kendi uğrunda bu kadar sıkıntılara katlanan, en sevdiği canını öne süren bir insanı Cenab-ı Hak razı etmez mi?

– Şehitlerin cesetleri çürümez mi?

Şehitlerin cesetlerinin çürümeyeceğine dair sahih bir hadis bilinmemektedir. Bu konuda sadece Peygamberlerin cesetlerinin çürümeyeceğine dair hadisler vardır.

Evs b. Evs’in bildirdiğine göre Peygamberimiz (a.s.m) şöyle buyurmuştur:

“Allah peygamberlerin cesetlerini toprağa haram kılmıştır.”(Ebu Davud, salat, 207, Nesaî, Cuma, 5).

Buna göre, peygamberlerin dışındaki insanların cesetleri -veli ve şehit de olsa- çürür. Fakat bu mutlaka çürür anlamına da gelmez. Allah bazı -veli veya şehit- kullarını da çürümekten koruyabilir. Bu gibi vakaların belgeleri de azımsanmayacak kadardır.

Örneğin; Buharî’nin bildirdiğine göre Hz. Cabir şunları anlatmıştır:

“Uhud savaşı zamanı geldiğinde, o gece babam beni yanına çağırıp şunları söyledi:

‘Bana öyle geliyor ki, bu savaşta Resulullah (a.s.m)’ın sahabeleri arasında ilk öldürülenlerden olacağım. Benden sonra -Resulullah hariç- senden daha aziz bir varlık bırakmamaktayım. Bazı borçlarım var onları öde, kız kardeşlerine karşı iyi davran / iyi şeyler tavsiye et.’

“Nihayet sabahladığımızda (Uhud savaşı başlayınca), babam ilk öldürülen / şehit oldu. Onu başka bir kimseyle birlikte aynı kabre defnedildi. Fakat benim nefsim babamın başkasıyla aynı kabirde kalmasına razı olmadı, altı ay sonra kabirden çıkardığımda -kulağındaki küçük bir izin dışında- ilk gün koyduğum gibiydi.” (bk. Fethu’l-Bârî, 3/214)

İbn Hacer’e göre, Cabir’in babası Abdullah’ın cesedinin bozulmaması hem onun bir kerametinin hem de şehitliğinin bir tezahürüdür. (bk. a.g.e, 3/217)

Kaynak: Sorularla İslamiyet