Değerli kardeşimiz,
Önce Sâd Suresi’nde geçen ilgili ayetlerin meallerini verelim:
“21, 22. O mahkemeleşen hasımların olayından haberin oldu mu? Onlar mâbedin duvarına tırmanıp Davud’un yanına birden girince o, onlardan ürktü. Onlar da “Korkma!” dediler, “biz sadece birbirimize hakkı geçen iki dâvalıyız. Senden dileğimiz; aramızda adaletle hükmet, haktan uzaklaşma ve bize tam doğruyu göster!”
“23. “Benim şu din kardeşimin doksan dokuz koyunu var, benimse bir tek koyunum! Böyle iken “onu da bana bırak!” dedi ve çenesiyle beni bastırdı.”
“24. Dâvud: “Doğrusu, senin tek koyununu, kendi koyunlarına katmak istemekle o sana haksızlık etmiştir. Zaten malda ortak olanların çoğu birbirlerine haksızlık ederler. Ancak gerçekten iman edip makbul ve güzel davranışlarda bulunanlar böyle yapmazlar. Onlar da o kadar azdır ki!” Davud kendisini imtihan ettiğimizi anladı, derhal Rabbinden mağfiret diledi, eğilip secdeye kapandı ve Allah’a yöneldi.”
“25. Biz de ondan bunu affettik. Muhakkak ki onun Bize yakınlığı ve güzel bir âkıbeti vardır.”
22. âyette bahsi geçen iki kişi, muhtemelen Davud (a.s.)’a suikast için gizlice duvardan tırmanıp atlayan kimselerdi. O’nun yanında başkaları bulunduğundan, asıl maksatlarını gizleyip böyle bir sun’î mesele uydurdular. (bk. Razî, Mefâtihu’l-Gayb, ilgili ayetin tefsiri)
Elmalılı Hamdi Yazır, Hz. Davud aleyhisselamın tövbe etmesinin nedenini şöyle açıklıyor: İki kişi mabede girdikleri zaman veya bu bağiy (tecavüz) sözünü söylerken sanmıştı ki, biz kendisini sırf bir fitneye düşürdük. Allah’ın sevki ile mülkünde bir ihtilal oluyor, kendine saldırı ile bir baskın yaptılar zannetti. Yahut sezmişti ki, kendisine sadece bir imtihan yaptık. Böyle olmadığını anlayınca hemen Rabbinden bağışlanma diledi. Mağfiretini niyaz etti. Ve rüku ederek secdeye kapandı, ve tövbe ile Allah’a sığındı.
Kur’ân-ı Kerim ve hadislerin dışında bazı tarih ve tefsir kitaplarında bazı rivayetler ki çoğu Vehb bin Münebbih’e dayanmaktadır ve İsrâiliyattandır. Bunlar hem gerçeklerle, hem de İslâm’daki nübüvvet anlayışıyla bağdaşmayan bir iftiradır. Zira peygamberlere büyük günah isnâdı, onların ismet sıfatlarına ters düşmektedir. Normal insan için bile haram olan, ayrıca Mûsâ (as) şeriatında yasaklanmış bulunan bir fiilin bir peygamber tarafından işlenmesi mümkün değildir.
Söz konusu kıssadan önce ve sonra Hz. Dâvûd (as)’ın birçok fazîleti zikredilmektedir. Dinî yaşayışta güçlü ve sağlam, Allah’a yönelen, O’nu çok zikreden, kendisine hikmet verilen, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırma kabiliyeti gelişmiş, Allah’a yakın olan ve güzel bir gelecek kazanmış bir kimsenin (bk. Sâd, 38/17-20, 25) zinâ gibi büyük bir günahı işlemiş olması düşünülemez.
Bu yanlış rivâyetler, belli ki İslâm’ın ilk dönemlerinden beri anlatılmaktadır. Nitekim rivâyete göre Hz. Ali (r.a.); “Kim Hz. Dâvûd’la ilgili bu kötü haberleri anlatırsa, ona iki celde -yüz altmış sopa- vuracağım.” (Sa’lebî, Arâisu’l-Mecâlis, s. 284; Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l Kur’an, 15/119; F. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, 26/192) demiştir. Biz, Hz. Dâvûd’u ve diğer mâsum peygamberleri, onlara yakışmayacak sıfatlardan tenzih ederiz. Bizim inancımızın gereği budur. Onlar hakkında Kur’an’ın verdiği sağlam haberler ve övücü sözler bizim için yeterlidir.
Kıssa şu şekilde de açıklanabilir. Ayette de belirtildiği gibi Hz. Dâvûd (as) sadece dâvâcıyı dinleyip hüküm vermiş, dâvâlıyı dinlememiş, daha sonra bu tutumunun yanlış olduğunu düşünerek tövbe etmiştir. Olay yine Kur’an’da zikredilen, ekin tarlasına girip zarar veren sürü kıssasıyla da ilgili olabilir. (bk. Enbiyâ, 21/78) Zira iki kıssada da haksızlık, koyunlar ve Hz. Dâvûd (as)’ın hükmünde tam isâbet etmemesi söz konusudur. Sonuç olarak kıssa kesinlikle Hz. Dâvûd (as)’ın günah işlediğini göstermemektedir. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb ilgili ayetlerin tefsiri)
21-23. ayetlerde, Hz. Davud’un yargı adaletine verdiği önemi gösteren bir olay anlatılmaktadır. “O mahkemeleşen hasımların olayından haberin oldu mu?” şeklinde soru ifadesiyle söze başlanması, konunun önemine muhatabın dikkatini çekmek maksadıyla Kur’an’ın sıkça kullandığı bir anlatım tarzıdır. Kaynaklarda verilen bilgilere göre Dâvûd (a.s.) bir mâbedde ibadetle meşgul iken iki kişi, üstü açık olan mabedin duvarını aşarak ansızın onun karşısına çıkmışlardı. Muhtemelen onlar, Allah tarafından gönderilmiş iki melekti. Fakat Dâvûd bunların, daha önce yaptığı bir hata sebebiyle kendisine zarar vermelerinden kaygılanıp telaşa kapıldı. Onlar, Davud’un telaşa düştüğünü görünce korkulacak bir şey olmadığını söylediler ve âyette belirtildiği şekilde geliş maksatlarını anlattılar.
Davacıların, Davud’u, “haktan uzaklaşma” diyerek uyardıklarının özellikle zikredilmesi, yargıdan temel beklentinin tarafsızlık olduğuna ve bu niteliği yitirdiğinde yargının da anlamını yitirmiş olacağına dikkat çekme anlamını düşündürmekte; bunlar aslında melek oldukları için söz konusu uyarının bir eğitim amacı taşıdığı anlaşılmaktadır. “Bize tam doğruyu göster” ifadesi ise yargılama sırasında hakimin, tarafları ifadelerinde dürüst davranmaları, bile bile haksız iddialar ileri sürmekten, gerçeği saklamaktan kaçınmaları yönünde uyarılar yapmasının uygun olacağına işaret eder. Böylece Kur’an’ın, geçmişteki bir olayı naklederken kendi muhataplarını eğitmeyi amaçlayan noktaları öne çıkarmaya özen gösterdiği dikkati çekmektedir.
“Çenesiyle beni bastırdı” anlamındaki son cümle, “Zekâsının kıvraklığı, delillerini dile getirmedeki becerisi sayesinde tartışmada bana baskın çıktı” anlamına gelebileceği gibi, “Tartışma sırasında güç kullanma tehdidinde bulundu” seklinde de yorumlanmıştır.
Yukarıda bu davanın taraflarından birinin iddiası özetlenirken, diğerinin savunmasına yer verilmemiştir. Muhtemelen Kur’an, olayın ders almaya değer yönünü anlatmakla yetinmiştir. Bununla birlikte Davud (as)’ın, “Doğrusu, senin tek koyununu, kendi koyunlarına katmak istemekle…” şeklindeki ifadesinden, muhtemelen davalının ikrarıyla davacının iddiasının sübut bulmuş olduğu ve buna dayalı olarak da Dâvûd (as)’ın hükmünü verdiği anlaşılmaktadır.
Aralarında mal ilişkisi bulunanların bu tür ihtilaflara düşmelerine sık rastlandığını, ancak inanmış, erdemli ve iyi işler yapmaya kendilerini adamış olanların böylesi anlaşmazlıklara düşmekten kendilerini koruyabileceklerini belirten ifade, âyetin bize verdiği diğer bir önemli derstir. “Onlar da o kadar azdır ki!” şeklindeki ifade, nefsin bencil isteklerinden korunarak, kendi aleyhine bile olsa adalette kararlı olmanın hem çok önemli hem de çok güç olduğuna işaret eden veciz bir uyarıdır.
Bazı kaynaklarda, Davud (as)’ın neden kendisinin sınandığı düşüncesine kapıldığı ve Rabbinden kendisini bağışlamasını dileyerek secdeye kapandığı, O’na yönelip tövbe ettiği konusunu aydınlatmak üzere aslında İslâm’ın peygamberlik öğretisiyle uyuşmayan İsrâiliyat türü bazı rivayetler aktarılmaktadır. Aslı Kitâb-ı Mukaddes’e dayanan bu rivayetlerin özeti şöyledir:
Güya Dâvûd aleyhisselam, tesadüfen açık vaziyette gördüğü bir kadının güzelliğinden çok etkilenmiş; onun Uhriya (Uriya) isimli bir kumandanının eşi olduğunu öğrenince kadınla evlenebilmek için kocasını öldürtmeyi planlamış; Davud’un emriyle savaşa katılıp ön safta çarpışan adam ölünce Dâvûd da karısıyla evlenmiş. İşte Dâvûd, muhtemelen mâbedde o iki adamın ansızın karşısına çıkmasının bu hatasıyla bir ilgisi bulunduğunu, böylece Allah tarafından sınandığını düşünerek yaptıklarından dolayı pişmanlığını dile getirip tövbe etmiştir.
Yine aslı Kitâb-ı Mukaddes’te geçen bir rivayete göre, bu olayda söz konusu edilen iki melekten, şikayet eden taraf kadının kocasını, şikayet edilen de Davud’u temsil etmektedir. Şikayetçi olan, doksan dokuz koyunu olan kardeşinin, kendisinin tek koyununa da göz diktiğini söylerken aslında Dâvûd’un yaptıklarını ima ediyor; onun çok sayıda eşi olmasına rağmen kumandanın tek eşini de kendisine almasının, üstelik bu emelini gerçekleştirebilmek için adamı bile bile ölüme göndermesinin haksızlığını bizzat kendisine onaylatmak istiyordu. Bu suretle Dâvûd Allah tarafından sınandığını fark etti ve suçunu anlayarak pişman olup tövbe etti. Davud’un hatasını bağışlatmak için kırk gün kırk gece durmadan ibadet, tövbe ve istiğfar ettiği de anlatılır.
Yahudi kültüründe, Dâvûd (as) kral olarak bilindiği için Kitâb-ı Mukaddes yazarının onun hakkında belirtildiği türden çirkin olaylar yakıştırması veya nakletmesi, üstelik onun daha kocası sağ iken kadınla yattığını ve kadının gebe kaldığını dahi ileri sürmesi Yahudi geleneği açısından normal görülebilir. Ancak Kur’an’da Dâvûd aleyhisselâm, peygamberler arasında zikredilmiş; İslâmî öğretide peygamberler birer iman ve erdem abideleri olarak gösterilmiş ve bu türden büyük günahlar işlemeleri mümkün görülmemiştir. Bu sebeple yukarıda özeti verilen rivayetlerin gerçeği yansıttığı kesinlikle kabul edilemez.
Sonuç olarak, bu açıklamalar doğrultusunda Hz. Dâvûd (as), bu kadınla evlenmeyi gerçekten düşünmüş ve kendisinin bir planı olmadan kocası savaşta ölmüş, bunun üzerine onunla meşru usulle evlenmiş, bu olay halkın ağzında yukarıdaki hayalî kurguya dönüşmüş, olabilir.
Kuşkusuz burada sıradan insan için ciddi bir günah söz konusu olmamakla birlikte bir peygamberin, evli bir kadından etkilenmesi onun kişiliğiyle bağdaşmadığı için, olay onun hakkında bir sınama (fitne) kabul edilmiş; Hz. Dâvûd (as) da olayın kendisi için bir sınav olduğunu anlayarak, pişman olup tövbe etmiştir.
Kur’an’da Allah’tan başkasının yanılgılardan uzak kalamayacağı, peygamberlerin de birer insan olarak hatasız olmadıkları, yüksek özelliklerine rağmen nadiren de olsa -sonradan telafi ettikleri- bazı hatalar işledikleri örnekleriyle zikredilmektedir.
Hz. Davud (as)’ın içten pişmanlığı ve tövbesi sonucunda hatasının bağışlandığı, bu sayede Allah katındaki üstün makamını koruduğu bildirilmektedir. Dâvûd’un yeryüzüne halife yapılması, onun geçmiş peygamberlerin halefi olarak onların misyonunu devam ettirmesi veya ülkesinde hükümdarlığın ona verilmesi olarak açıklanmıştır.
Hz. Dâvûd (as) hem peygamber, hem de hükümdar olduğu için kelimenin her iki anlamıyla da halifedir. Burada şu noktalara da dikkat çekilmektedir: Herkes hakkında gerekli olmakla birlikte özellikle Dâvûd (as) gibi peygamber ve hükümdar olanlar için daha da önemli bazı görevler vardır, bunların başında da adalete riayet ve nefsanî arzuları yenme gelir.
Kaynak: Sorularla İslamiyet
Yorumlar (0)