Değerli kardeşimiz,

Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da iki aşırı uç bir de olması gereken orta yol var.

Aşırı uçlardan biri mealciliktir.

Mealciliği şöyle tanımlayabiliriz:

Arapça bilmeden, usul bilmeden, onbeş asırlık birikimden yararlanmadan Kur’an-ı Kerim’in, asıl dilinden başka bir dile yapılmış tercümesini/mealini okuyup bundan hüküm çıkarmak; inanç, ibadet ve davranış kurallarının bilgisine ulaşmayı hedef edinmek.

Bunun sağlıklı, mümini amacına ulaştıracak bir yöntem olmadığı güçlü delillerle sabittir.

Burada delillerin tamamını sırlamadan yalnızca yine aziz kitabımızdan hareketle şunları zikretmekle yetineceğiz:

– Kitabımız, doğru anlaşılabilmesi, anlama ve uygulamada yanlışa düşmemesi için Peygamberimize (asm) uyulmasını emrediyor. (Bu konuda birçok ayet var.)

– Yine kitabımız, hem onu anlama hem de anlama ve uygulamada ihtilafa düşüldüğünde doğruya yönelme için âlimlere (ilmî birikime) başvurmayı tavsiye ediyor.

– Tercüme ve meal, birçok kelime ve cümlenin muhtemel manalarından birini tercih ederek yapılır; diğer muhtemel manalar metinde kalır, meale geçmez.

Bu sebeple meal ve tefsir okunur, bunun sayılmayacak kadar çok faydası ve bereketi vardır; ancak, hüküm çıkarmak için Arapça ve usul bilgisine, nazm-ı Kur’an’a müracaata ihtiyaç vardır.

Diğer aşırı ucun temsilcileri, meal ve tefsir okumayı yasaklıyor, bunların Müslümanları böleceğini, ortaya İslam diye birçok farklı dinin çıkacağını, bu sebeple tefsir ve meal okumayı bırakıp dini ilmihallerden öğrenmek gerektiğini iddia ediyorlar.

Orta yol ise hem meal ve tefsir hem de, başta ilmihaller olmak üzere, güvenilir âlimlerin yazdıkları diğer eserleri okuyarak doğru, seviyeye göre derin ve şuurlu, beşeri olan ile ilâhî olanı birbirinden ayırmaya dayalı din bilgisi edinmektir. Tarih boyunca bu usul uygulanmış, böyle okuyan ve dinleyenler doğrudan sapmamış ve ümmetin kahir çoğunluğu (1.7’de 1.5’i) Ehl-i Sünnet itikadında müminler olmuşlardır..

Kaynak: Sorularla İslamiyet

Ayrıca konuyla alakalı videomuza göz atabilirsin 🙂