Değerli kardeşimiz,

Allah, en büyük olduğu için bunu istiyor. Çünkü küçüklerin büyüklere karşı saygı duyması, hem küçüklerin hem de büyüklerin arzularına uygundur. Hz. Âdem’den beri rotasını şaşırdığı durumlarda bile insanların insanüstü güçlere tapma ihtiyacını göstermeleri, bu hakikatin açık belgesidir.

Tapmak, ibadet etmek, hem saygının hem de sevginin bir göstergesidir. İnsanları yoktan var eden, onlara bin bir çeşit nimetler sunan, onları seven ve bu sevgisini gönderdiği vahiy ve ilka ettiği ilhamlarla ortaya koyan Allah’ın, bu kullarından saygı ve sevginin bir tezahürü olan ibadet ve kulluk istemesi kadar tabii ve makul bir şey olabilir mi?

Nitekim bir ayette şöyle buyurulmaktadır:

“Ey insanlar! Hem sizi, hem de sizden önceki insanları yaratan Rabbinize ibadet ediniz. Böyle yapmakla her türlü zarardan korunabilesiniz. O Rabbiniz ki yeryüzünü size bir döşek, göğü de bir kubbe yaptı. Gökten yağmur indirip, onunla size rızık olarak çeşitli mahsuller çıkardı. Öyleyse siz gerçeği bilip dururken sakın Rabbinize eş koşmayın.” (Bakara, 2/21-22)

Kul ile Allah arasında en yüksek ve hoş bağ; ibadet bağıdır. Yani insan, ibadet ile Allah’a müracaat edip ondan bir şeyler talep ediyor, Allah da bu ibadetin neticesi olarak, o talepleri yerine getiriyor. İbadet, insan ile Allah arasında bir iletişim ve ulaşım vasıtasıdır.

İbadetler İlahi bir iletişim dilidir. Nasıl mors alfabesi bir iletişim dili ise, ibadet de kul ile Allah arasında bir iletişim dilidir. Demek ibadeti terk etmek, Allah ile iletişimi koparmak anlamına geliyor.

Allah insana, aşağıdan yukarı genişleyerek giden nimetler zinciri ihsan etmiştir. Bu nimetlerle insanın ufku ve istifade dairesi sürekli genişleyerek ve katlanarak ilerliyor.

Birinci ve en temel nimet, vücut ve varlık nimetidir ki, bu nimet diğer bütün nimetlerin aslı ve esası mesabesindedir. Nasıl bina temel üstünde duruyor ise, bütün nimetlerde varlık temeli üstünde duruyor.

Varlık nimetini büyütmek ve çoğaltmak için hayatı verdi. Hayat nimeti ile insanı alem-i şehadet denilen bütün kâinatla irtibat ve alaka peyda ettirdi. Nimet sahası bütün kâinat oldu. Hayat varlık nimetinden sonra en büyük ve önemli ikinci nimet perdesidir.

Bu hayat nimetine insaniyet nimetini ekledi ve insanın istifade alanı maddi ve manevi bütün alemleri kuşattı. İnsani vasıfları ile nimet sofrası alabildiğine genişledi. İnsaniyet içindeki şuur ve idrak bu nimetlere ayrı bir değer kattı.

Bu vücut, hayat, insaniyet nimetlerine İslamiyet nimetini de vererek, dairesi ve istifade alanını alemi şehadet ve gaybı içine alarak daha da büyüdü. Âdeta bütün mahlukat ve yaratılmışlar, insanın büyük ve geniş bir sofrası hâline dönüşmüştür. Sadece mahlukat değil, mahlukat ardında asıl tecelli eden Allah’ın isim ve sıfatları insanın istifade sahasına İslamiyet ile dahil olmuştur.

İman-ı tahkiki nimeti dünya ve ahreti içine aldığı gibi, imandaki marifet ve muhabbet nimeti ile imkan ve vücub dairelerini de içine aldı ve nimetin en yüksek ve geniş manasına ulaşmış oldu.

Bütün bu nimetler düşünüldüğünde insanın külli bir şükür ile mükellef olduğu anlaşılıyor. Külli bir şükür ise, başta namaz ve diğer farzlardır ve haramlardan sakınmaktır, yani ibadettir. Öyle ise ibadet bize verilen bu külli nimetlerin bir ücreti, bir mukabilidir. İbadetteki sevapları ise Allah’ın ekstra bir ihsan ve ikramı olarak görmek gerekiyor. Zira biz bin yıl ibadet etsek, bize verilen iki gözün karşılığını ve ücretini vermiş olamayız.

İman ve ibadetin şahsi ve toplumsal faydalarına da kısa ve maddeler hâlinde işaret etmeye çalışalım:

– İman ve ibadet öncelikle insanın Allah’a karşı sorumluluğunun ifa edilmesidir. Yani insanın asıl yaratılış gayesi iman ve ibadettir ki, bunu yerine getirmek insan için en büyük fayda ve menfaattir. Nasıl bir cihaz, amacının dışında kullanıldığı zaman kırılır ya da yıpranır ise, aynı şekilde insan da asıl amacı olan iman ve ibadetin dışına çıkarsa, kırılır ve yıpranır. Menfaatten ziyade mücazat görür.

– Allah’ın rızası, bütün menfaat ve faydaların membaı ve kaynağıdır; zira menfaat de zarar da onun iradesi ile olur. Öyle ise insanın en büyük menfaat ve faydası, Allah’ın rızasını kazanmaktır ki, bunun tek yolu da iman ve ibadettir.

– Allah, iman ve ibadetlerin içine cennetin küçük bir modeli hükmünde olan peşin bir ücret koyarken, onun aksi olan küfür ve isyanın içine de cehennemin küçük bir modeli hükmünde olan peşin bir azap yerleştirmiştir. Şu hâlde, dünyada cennetin küçük bir modelini yaşamak istiyor isek, hayatımızı iman ve ibadete göre dizayn etmeliyiz. Ya da hayatımızı küçük bir cehenneme çevirmek istemiyor isek, yine hayatımızı iman ve ibadete göre tanzim etmeliyiz.

– İman ve ibadetin en büyük menfaati saadeti ebedinin vesikası olmasıdır. Yani insan ebedi saadeti istiyor ise hayatını iman ile hayatlandırıp ibadet ile süslendirmelidir. Dünyaya ait en büyük menfaat ahirete ait en küçük menfaatten daha önemsizdir.

– Allah’a iman ve itaat ile bağlanan bir milyon insanı idare etmek, on tane münkiri idare etmekten daha kolaydır. Yani toplumun dirliği ve asayişi açısından iman ve ibadet ehli insanlar, imansız ve ibadetsiz insanlardan kıyasa gelmeyecek kadar daha ehven ve daha menfaatlidir.

– İman ve ibadet şu kâinatın intizamına kuvvet verdiği için, dünya saadetinin temeli de yine iman ve ibadete bakıyor. İman ve ibadet insan ile kainat arasında adeta bir adaptör ve uyum vesilesidir. Bu vesileyi inkar eden, kainatın ağır ve ezici çarkları altında ezilmeye mahkum kalır. Öyle ise kainat ve maddi alemle uyum ve ahenk içinde yaşamak istiyor isek, iman ve ibadet adaptörüne muhtacız demektir.

– Dünyadan küsmüş, ağır sıkıntı ve azaplar içinde olan bir insana, en güzel teselli yine iman ve ibadettir. Dünyanın hangi saadeti ya da ideolojisi bu adamı iman ve ibadet kadar teselli edebilir acaba?.. Mesela, ölüme yaklaşmış ihtiyar ve hasta bir adamı iman ve ibadetten başka ne ile mutlu edebiliriz? Toplumun büyük bir kısmı hasta, yaşlı, kadın, çocuk ve musibete düşmüş insanlardan oluşuyor. İman ve ibadetten başka dünyanın hangi uyutucu ve aldatıcı şeyleri, bu kesimleri tatmin edip mutlu edebilir acaba?

Kaynak: Sorularla İslamiyet