Gıybeti anlatan kişi kadar dinleyen kişi de mesul olur. Bu bakımdan gıybet eden kişiye karşı bir şey söyleyemesek de hal ve hareketlerimizle yapılan gıybeti dinlemek istemediğimizi göstermemiz gerekir.
Örnek olması bakımından bir hatırayı naklediyoruz:
“O, bir gün birkaç hususu haber vermek ve bir meselede de şikayetini arz etmek için Bediüzzaman Hazretlerine gidiyor. Tam söze başlayacağı sırada, Hazreti Üstad “Kardeşim ben bir şey bilmiyorum.” diyor. O zat, bir süre sonra bir fırsatını bulup tekrar söz alıyor; Üstad yine, “Kardeşim ben bir şey bilmiyorum.” diyor. Bir kere daha deneyince yine aynı cevapla karşılaşıyor: “Kardeşim ben bir şey bilmiyorum.”
Bir başka zaman, diğer bir kişiden benzer bir hatıra ise şöyledir:
“Bir gün Üstad’ın yanına gittim. Bir meselenin halli için, belki birileri hakkında zemm de ifade eden bazı şeyler söyleyecektim. Üstad anlatmak istediğim mevzuyu bilmiyordu. Fakat, ben ne zaman söze başlasam, “Kardeşim, ben dinlemek istemiyorum.” deyip meseleyi kapattı. Ben anlatmakta ısrar ettim; ara ara söze girmeye çalıştım ama O da her defasında “Kardeşim, bu hususta bir şey dinlemek istemiyorum.” dedi ve bana başkalarıyla alakalı tek cümle söyleme fırsatı bile vermedi.”
Bediüzzamanın davranışı, suizanna, gıybete ve insanlar hakkındaki kesin bilgiye dayanmayan hükümlere karşı tavır alma demektir. Zannediyorum, biz de bir kaç yerde böyle ders versek, yanımızda vazifemizi alakadar eden konular haricinde konuşulmasına fırsat vermesek, suizanları seslendirme ve gıybetlere girmelerin alanı da kendi kendine daralacaktır. O türlü hırıltıların alanının genişlemesi, biraz da bizim hırıltılara müsamahamızdan kaynaklanmaktadır. Maalesef, biz müsamaha gösterilmemesi gerekli olan bir konuda müsamahalı davrandığımızdan, gıybet edenlerin ve müfterilerin hareket alanlarını da genişletmiş oluyoruz.
Kaynak: Sorularla İslamiyet
Yorumlar (0)