Değerli kardeşimiz,
Zulmü, sadece insanlara veya canlılara zarar vermek şeklinde anlamak, eksik bir anlama olur. Zulüm, bir şeyin hakkını vermemek veya bir şeyi hakkı olan yerden başka yere koymaktır. Dolayısıyla ilahlık vasfını Allah’tan başkasına vermek, ortak kılmak veya Allah’ın ilahlık vasfını inkar etmek, en büyük zulümdür. Bu zulmü işleyen ateistlerin cehenneme gitmesi ise adaletin ta kendisidir.
Yüce Allah Kuran’da:
“Muhakkak ki şirk büyük bir zulümdür.” (Lokman, 31/13)
diye buyurarak, şirki bir zulüm olarak tanıtmıştır.
Şirk; göklerin, yerin ve bunlarda bulunanların, maddenin ve hayatın zorunlu olarak teslim olduğu küllî bir kanuna isyan etmektir.
Şirkin zulüm oluşu, sadece Allah’ın hukukuna karşı bir tecavüz, iftira ve hakaret oluşu sebebiyle değildir. Şirk aynı zamanda kâinatın ve umum mahlûkatın hukuklarına karşı da büyük bir hakaret ve tecavüzdür. Kainatın birinci maksadı, Allah’ı insanlara tanıtmak ve tevhid hakikatini isbat etmektir. Bütün mevcudat bu maksat etrafında kümelenmiş hizmet ederken, insanın bu ana maksadı görmezden gelmesi ve inkar etmesi, bir cihetle atomdan gezegenlere kadar her mevcudun hareket ve vazifesini hafife almak olup, onların haklarına bir tecavüzdür. Öyle ise basit gibi duran inkâr, neticesi itibari ile çok büyük ve zulümlü bir harekettir.
Bir çocuğa, “zina çocuğu” demek nasıl hem ona hem de onun anne babasına ve akrabalarına hakaret, zulüm, kıymetini düşürmek, haklarına saygısızlık etmek ve tecavüzdür. Bu iftirada bulunan kişinin, insancıl geçinmesi ve iyilik yapıyor görünmesi, bu iftirasını ve hakaretini yok etmez. Bunun gibi, kainattaki bütün varlıkların Sahibi, Maliki, Yaratanı, Rızık vereni gibi binlerce ismin sahibi olan Allah’ı inkar etmek de bundan daha büyük zulüm, hakaret ve saygısızlıktır.
Şirk’e düşen insanın Allah Teala ile bağları kopar, ibadetsiz, yaratılış gayesinden habersiz asi bir duruma düşer.
Her şey Allah’ı tespih eder, ama bu tespihin en mükemmel şeklini insan icra eder. Melekler de bu kâinattaki İlâhî eserleri tefekkür ederler, lakin bu tefekkürün de en ileri seviyesini insan ortaya koyar.
İbadetin zıddı isyandır. Allah’ın rızası yolunda yürümeyen insan, isyan yolunu tutuyor demektir. İsyan ise “kâinatın kemâlâtını inkâr”dır. Çünkü, isyan eden insan da kâinat ağacının bir meyvesidir ve bütün bir ağacı, kendi isyanına hizmet ettirmektedir. İbadetsiz birine yol göstermek, güneş için bir kemâl olmadığı gibi, böyle birinin kanını temizlemek de hava için bir kemâl değildir. Aynı şekilde, böyle birini sırtında gece gündüz gezdirmek de yer küresi için kemâl sayılamaz.
İnsanın hizmetine verilen bütün varlıklar ve yine insana ihsan edilen bütün duygular ve organlar, bu mânâda değerlendirildiğinde, ibadeti terk etmenin şu muhteşem kâinatın kemâlini görmemek ve gafletle perdelemek olacağı daha iyi anlaşılır.
Demek ki, her şey Allah’ı tanıtmak ve sevdirmek üzere programlanmıştır. Bu programın dışına çıkıp bazı şeyleri bazı sebeplere vermek ise şirk ve zulümdür ve affı kabil değildir. Allah kainattan matlup olan ilahî maksatlarını miskin ve aciz olan sebeplere kaptırmaz, onlara bozdurmaz. Bu sebeple kâinatın her şeyi üstünde müthiş bir cebir ve izzet ile kendini ihsas edip ilan ediyor. Bu ilana göz kapamayı veya inkar etmeyi de sonsuz bir azap ile cezalandırıyor.
Mesela, Rezzak ismi kainattaki bütün canlıların rızkını mükemmel bir ahenk ve titizlikle temin ediyor. İnsan bu ismin tecellilerini okuyup, önce Rezzak isminin manasını ve hükmünü talim edip, sonra bu ismin sahibi ve kaynağı olan Allah’a intikal etmesi gerekirken, bütün rızıkları sebeplere taksim ederek ne ismi ne de ismin arkasında duran Allah’ın Zat-ı Akdesini tanımıyor. Bu tanımamak ve inkar etmek, hem Rezzak isminin hukukuna bir tecavüzdür, hem de o ismin sahibi olan Allah’a hürmetsizlik ve saygısızlıktır.
Diğer bir husus; nasıl mahkemede suçun yanında bir de kamu davası açılır. Zira mahkeme insanların ortak bir alanıdır. Aynı şekilde küfür ve şirk sadece Allah’ın izzet ve azametine dokunan bir suç değil, ayrıca bütün kamunun da hakkına bir tecavüz olmasından, Allah kafiri cezalandırırken, bütün bu hakları da nazara alıyor ve öyle yargılıyor.
Bin kişinin çalıştığı bir gemide, dümenci vazifesini yapmasa ve gemiyi karaya oturtsa, gemi sahibi o dümenciyi cezalandırırken, diğer gemi çalışanlarının da hakkını o dümenciden sorar. Dümencinin; “Ben basit bir dümeni döndürdüm, neden bu kadar üstüme geliyorsunuz.”, demeye hakkı yoktur. Belki dümeni sağa çevirmek basit bir eylem olabilir, ama neticesinde koca gemi, mürettebatı ile batıyor. Demek önem eylemin basitliğinde değil, ondan sudur eden neticenin büyüklüğündendir.
İşte kainat da koca bir gemi gibidir. İçinde, insandan başka, sayısız mahlukat tam vazifesini ifa ediyor. İnsan ise mahiyeti noktasından şu kainat gemisinin dümencisi gibidir. Şayet iman ve ibadet vazifesini terk ederse, bütün kainat gemisinin mürettebatını tahkir ve tezyif etmiş olur. O zaman elbette kainat gemisinin sahibi olan Allah, hem kendine hem de gemi mürettebatına yapılan bu zulmü cezalandırır.
Özet olarak, mevcudatın asıl yaratılma gayesi ve varlıklarının devam etme gerekçesi, Allah’ın bütün isim ve sıfatları ile insana kendini tanıtmak ve sevdirmek istemesidir. İnsanın en büyük vazifesi de bu tanıtmak ve sevdirmek istemeye mukabil iman ile tanımak, ibadet ile de sevmektir. Koca kainatın çarkları insanın iman ve ibadetine hizmet ederken, insanın küfür ve dalalet ile bu vazifeyi terk etmesi, hem kainatın hukukuna bir tecavüz hem de kainatın arkasında asıl aktör olarak çalışan Allah’ın isimlerine bir tahkirdir, bir hakarettir.
Kaynak: Sorularla İslamiyet
Ayrıca bu konuyla alakalı olduğunu düşündüğümüz videomuzu izleyebilirsiniz 🙂
Yorumlar (0)